Kar yağıyordu, içeri giren kaşmir paltolu bir Beyefendi, telefonda; “Peki. Geliyor olmanıza çok sevindim.

Yalnız yarım saatten çok bekletmeyin lütfen!" diyordu. Dakikalar geçip yarım saati doldurduğunda, Beyefendi, bir aşağı bir yukarı yürürken, endişeli yüz ifadesiyle belki onlarca defa aynı dudak kımıltısıyla kendi kendine bir şeyler tekrar ediyordu. Sonra durdu. Dalların arkasından onun baktığı yöne bakınca genç ve güzel kadını gördüm. İhtiyacı olmadığı halde, yüzüne özenle makyaj yapmıştı. Davetlerde giyilen ve vücudunu kabuk gibi saran mavi elbisesi üzerindeydi. Elini uzattı, fakat Beyefendi'nin öpmesine fırsat vermeden geri çekti. Benim yakınımda mermer bir sütunun dibinde masaya oturdular. Beyefendi, garsona iki içki istediğini söyledi. Kadın alaycı bir tavırla: "Nihayet normale döndüğünüzü görüyorum, hepimiz davetten soğuk bir hava içinde dağılmak zorunda kaldık. Şimdi özür dilemek için, buraya kadar geldiniz öyle mi?" diye sordu. Beyefendi, içinden gelmediği halde güldü: "Akşamki davette, senaryosu yeni biten televizyon filminde sizin başrol oynayacağınızın söylenmesi bende şok etkisi yaptı Hanımefendi. Belki de hastalıktan, en çok da şifası olmayan hastalıkların konuşulmasından hoşlanmadığım içindir." Kadın; "Zaten gevezelik etmesi hataydı. Senaryonun sır olarak kalması gerektiğine dair Hulki, sözleşmeme bir madde koymuştu." "Hulki de kim?" "Ünlü televizyon yönetmeni, tanımıyor musunuz yoksa?" adam omuzlarını silkti." "Çok fazla televizyon izlemem," dedi. "Hulki dahi bir yönetmendir. Sizi heyecanlandıran, ya da sinirlendiren mi demeliydim. O senaryonun konusunu da kendi ekletmiş." Dedi ve içkisinden bir yudum aldı. Kadehin üzerinden adamı düşünceli gözlerle izliyordu. Adam birden bire sordu: "Bu rolü almanız şart mı?" Kadın afalladı; "Ayağıma gelen böyle bir fırsatı neden tepeyim? Bunu sormanıza bir anlam veremedim Reha Bey," dedi. "O rol sizin gibi genç ve güzel bir kadına hiç yakışmıyor Nilgün Hanım." Genç aktrisin gür, siyah kirpiklerle çevrelenmiş mavi gözlerinde şaşkın bir ifade vardı. Onları ilgiyle dinlerken yanıma toplanan minik sürünün uzaklaşması için kuyruğumu salladım. Kadın konuşmaya devam ediyordu: Rolünün pek çok kimseyi dehşete düşüreceğini, kabul ediyormuş. Ama ne yapsın ki, hayat buymuş! Demek adama kalsa, filmlerde yalnız komediler oynayacakmış. Kadın saldırgan bir tavır takındı; "Bu tavrınız, evlerde yalnız mutluluk görmeye alışmış olanların felsefesi," diyerek devam etti. "Bu yüzden de bir hayat faciasına uzaktan dahi olsa, seyirci olmaktan ödünüz kopuyor." Bu sözler adamın üzerinde olumsuz bir etki bırakmış olmalı ki, söyleyecek söz bulamadı. Boşalmaya başlayan ortama görmeyen gözlerle bakıyordu. Kafamı uzatıp baktığımda dışarıda yağan karın ve tipinin azalmış olduğunu gördüm. İlgi odağımdaki Beyefendi ve Kadını dinlemeye bir yandan da gözlerimi kocaman açarak izlemeye devam ediyordum. "Davetinizde geçirdiğiniz krizin sebebini şimdi anladım," diye mırıldandı Kadın. O anda göz göze geldik, bana aldırmadı. Çok varlıklı bir iş insanı olan adam, kadına, onu ilk defa görüyormuş gibi bakıyordu. Onun gerçek karakterini yeni yeni anlıyordu. Aktristi havalı, kendini beğenmiş ve şöhret budalası biri zannettiğini, bu tavrıyla beli ediyordu. Kadın, zekiydi kendine göre fikirleri vardı. Hayatın zorlukları hakkında, görünüşünden umulmayacak derecede bilgi sahibiydi. Tabii onları sessizce izleyen bir çift göz bu yorumu yapabilecek kapasitede değildi. Ama yine de şapşal şapşal dinliyor, dudaklarını açıp kapamaya devam ediyordu. Ve tabii ki, anlatmaya da. Kadın: "Neden korkuyorsunuz? İşinizle alakası var mı?" Beyefendi sözünü kesti. "Karım adına korkuyorum," dediğinde Kadın, lafının kesilmesine sinirlenmişti." "Ne diye karınızı dinliyorsunuz? Elinizden kaçırmaktan mı korkuyorsunuz?" "Karım oynamak istediğiniz rolü gerçekten yaşıyor da ondan Nilgün Hanım!" Genç kadın; "Aman Allahım! Diye inledi. Sonra da yavaş sesle tekrar etti. "Aman Allahım." Bakımlı elini bir an, adamın asabi parmaklarının üzerinde gezdirdi. Fakat hemen ardından yasak bir şey yaparken yakalanmış gibi elini hızla çekti. Usulca; " Karınızın bu ölümcül hastalığından haberi var mı?" Diye sordu. Beyefendi başını salladı. "Durumun ne derece ciddi olduğunu bilmiyor tabii. O filmin neden oynatılmaması gerektiğini anlıyorsunuz değil mi? Hiç değilse karım hayatta oldukça, oynanmamalı," dedi ve sözünü keserek gözlerini boşluğa dikti, kaldı. Bense olduğum yerde duramıyor, kuyruğumu sallaya sallaya etrafa öpücükler saçarak dinliyordum. Kadın bir iki saniye sonra; "Yönetmenin bu filmden vazgeçeceğini sanmam," dedi. "Siz oynamazsanız." "O zaman benim yerime başkasını bulurlar" "Ben kendisiyle görüşürüm," dediğinde Kadın, Beyefendi'ye korku ile baktı; "Yoksa filmi benim istemediğimi mi söyleyeceksiniz?" Diyerek sitem etti. Adam: "Bir akşam arkadaşımla yemekteydik. Yan masadakiler bizi işitmiş olmalı ki, bu durumun senaryoya aktarılmasını sağlamış. Karıma, sır olarak kalacağına söz verdiğim bir şeyi, içkinin etkisiyle ağzımdan kaçırdım. Bunun sizinle bir ilgisi yok. Tabii ki zarar görmenizi istemem," dedi cebinden bir çek defteriyle bir kalem çıkarmıştı. "Rolden vaz geçtiğiniz takdirde, zararınız neyse lütfen söyleyin!" dedi. Kadın sert bir hareketle ayağa kalktı. Masmavi gözleri ateş saçıyordu. "Çok yanılıyorsunuz Reha Bey!" dedi, hafif ancak bıçak gibi keskin bir ses tonuyla konuşuyordu. "İnsanlık adına rolümden vazgeçmeye hazırdım. Ama siz bunu nereden anlayacaksınız? İnsani duyguların bir çekle ödüllendirilebileceğini sanıyorsunuz. Hesabınızı eksiltmenize gerek yok. Bana teklif edilen rolü oynayacağım" dedi. O sırada, grup halinde ellerinde bavullarıyla gelen ailelerin çocukları, ortalıkta koşuştururken içlerinden biri; "Anne, biraz dışarda kalalım mı?" diye sesleniyordu. Giriş işlemleriyle ilgilenen annesi; "Kar yağıyor, kardeşin kar sevmez ki" diye cevap veriyordu. Çocuklardan biri beni işaret ediyordu. Hepsi birden akvaryumun önüne koşunca, ilerisini göremediğim gibi uğultular arasında sesleri de ayırt edemiyordum.