BİR ÖĞRETMENİN HATIRALARI ARASINDA…  SUSARAK KONUŞMAK / 1 Mart 2000

Gençlik, öğrencilik yıllarımda tasavvuf konuları açıklanırken bir “terki terk / terk-i terk” merhalesinden bahsedilirdi de bir türlü anlamazdım. Nefsin isteklerini  susturmanın, yok etmenin hatta hiçbir istek sahibi olmamanın, istemeyi de unutmanın adı imiş…Ve ben anlamazdım. Nasıl anlayabilirdim? Hayatım isteklerle doluydu. Aradan geçen  yıllar hiçbir şey istememenin de olabileceğini bana öğretti. İstemenin ve sahip olmanın  hiçbir tadı yoktu. Sanki birşeylere sahip olmak eziyetti, azaptı. Sahip olduklarınız nispetinde acı çekiyordunuz. O halde bunlar nefsin oyunlarıydı. Çare, sizin olduğunu bildiğiniz her şeyi yok saymaktı; var olduklarını bilerek yok saymak. O zaman sıkıntı sizi aşıyor, başkalarına musallat oluyordu. Ve siz ibret sahillerinde, hırs dalgalarında batıp çıkanları seyrediyor, bu adi dünyanın ne sahte ve ne çok yüzlü bir cadı olduğunu anlıyordunuz; boşa giden yılların dalgalarında bir zamanlar nasıl da boğuştuğunuzu hatırlıyor, “değer miydi?” diye soruyordunuz…Bilmek ve anlamanın dışında her şey masaldı, hikâyeydi…

14 Mart 2000

“Ey yabancı ! Sen hâlâ benim kim olduğumu anlamadın, beni tanımadın. Yarım asra yakın bir zaman geçti hâlâ kendine  ve diğer insanlara  yabancısın!” diyordu derinden bir ses. Belki de dışımızdaki her şeye ve kendimize yabancı olmak, meselenin aslıdır. Yabancı olmasaydık aşina olacaktık ve herkesle ve her şeyle dost olacaktık. Ne mümkün? Gece, gün ışığını tanıyor mu ki? Gün doğunca geceler olmaz, pusuda bekler ki ışıklar uykuya yatsın, keskin karanlığı zindana çevirsin her bir yanı. Çok geceler yıldızlara bile hasret kalırız. Ay ışığı bir imtiyazdır gecelerimize…Gündüzler yabancılarla doludur. Her şey varlığını haykırır da yok oluşa teslim olur zaman içinde. Hangi ışığa gitseniz sizi aldatır, kamaşan gözleriniz gizli bir kör karanlıktır. Ne geceler doğru söyler ne gündüzler. İç aydınlığını tanımışsanız, kendi âleminizdeki  bazı sırların kapılarını aralamışsanız, kim olduğunu sorup içinize; tatlı, mahzun, yorgun, dost selamlar almışsanız, o yabancı bir parça size “Dost” görülebilir…

UYKUNUN KARANLIK SULARINDAN HAYATA / 15 Mart 2000

Yorgun, ağrılar içinde kendini yatağın sessiz yalnızlığına atınca, ince bir örtü bile yetiyor. Alıyor seni bir sırlı varlık, rahatlatıyor, uçuruyor, gezdiriyor, dinlendiriyor. Uyandığınızda çoğu kere yorgunluktan eser kalmamıştır. Dünyaya tekrar döndünüz. Niye döndünüz? Dünyanın dönecek nesi var? İnci, boncuk mu devşireceksiniz? Şu dünyanın yaşamaya değer nesi var? Eğer olmasaydı yaratılmazdı. Madem ki her yaratılanda bir hikmet aramak lazım, dünya da hafife alınamaz. Uyandınız uykudan, yaşıyorsunuz. Eliniz ayağınız yerinde, ne mutlu! Kör, topal, sağır, dilsiz değilsiniz. Şükredin öyleyse…Gözünüz görüyor, aklınız eriyor. Hayır hayır…Şikâyet edin bu yaşanılmaz dünyadan. Niçin her şey elinize verilmemiş? Niçin dallar eğilmiyor önünüze, niçin gökte bulutlar var, niçin hava serin? Niçin güllerin dikeni, bülbüllerin figanı var? Yaşanılmaz bu dünyada, şikâyet edin! Cennetinizi cehennem eyleyin. Akıl size gerekmez, sohbet bize neylesin, niçin tebessüm edelim, hoş görmeye mecbur musunuz? Asın suratınızı, kırın gönülleri. Uyanıkken kâbus görün, uykuda kâbus!

BAZI GÜNLER ASLA UNUTULMAZ / 16 Mart 2000

Susulur, düşünülür, düşünülür, susulur… Niçin acı çekmek için senin seçildiğinin derdine düşülür. Ve sonra meçhul zamanların arifesinde olabileceklerin sıkıntısı yaşanır. Sözün, herşeyin ilacı  sözün ve sohbetin, neden bu kadar zavallı hale geldiğine yanılır, yakınılır. Tekrar bin karar verilir, hepsi bin ihtimal yüzünden terkedilir. Kalemden, kâğıttan medet umulur. Allah’a sığınılır…Eğer sığınılacak bir iç liman olmasaydı insanların canavarlaşmasına sabretmek mümkün olmazdı, diye düşünülür. “Ya senin de nefsin kudursa nice olur?” denilir. Nefsimi yerden yere vuruyorum. Bir gün benden acı bir intikam alabilir. İşte o zaman başkalarına benzerim ve insanlığımı kaybederim. Acaba daha ne kadar sabretmeliyim? Bir derin yalnızlık hürriyetinde, hiç kimsenin bana ihtiyacı olmadığı  anda kendimi rüzgâra verip varlık âleminden  uzaklaşmalı… O gün gelecek! Felek nasıl çeyrek asır gençliğimin bütün enerjisini yararcasına alıp götürdüyse, o gün de gelecek… Nasıl sen 33 yıl boyunca yazdıklarını okuyor anlıyorsan 33 yıl sonra da inşallah birileri bu defterin sayfalarına göz atacaklar. Bu seni tanıyanların dışında bir ruh akraban  da olabilir. Beden akrabalığının nasıl ateşten bir gömlek olduğunu felek  kimbilir daha nicelerine yaşattı. Bir türlü çözemediğim bilmece, sırrına eremediğim hayat, bana Yunus Emre’nin “telvin / renkten renge girme acıları” dediği hâlleri yaşatıyor, tattırıyor. Daha fazlasına dayanabileceğimi sanmıyorum. Israrlarımdan, prensiplerimden, inançlarımdan vazgeçeyim diyorum. İçimdeki eller ve kollar, beynimdeki düşünceler beni bırakmıyor. Derslerde hoşgörü ve esnekliğe yakın taviz tavsiye ettiğim gençlerin, bazı öğrencilerimin  bana karşı sitemkâr kırgınlığını  anlar gibiyim. İnsanın prensiplerini terk ederek  bulunduğu yerden daha  alt basamaklara inmeyi kabul etmesi  çok zor. Adeta imkânsız. Fakat aşağıdaki yangına ilgisizlik  ne mümkün. Yangın yukarıya da uzanıyor. Aşağı inmeyi göze alıp yangına gizli çareler aramalı. Üstelik birileri yandıklarının farkında değillerse. Aman Allah’ım! Mevlana’yı tekrar okumalıyım. Yoksa aklım başımdan gidecek. Dışımdaki bazıları  kendini akıllı, beni garip bir derviş sanıyor. Keşke..Ya sabır, Ya rahim!

HİÇBİR ŞEY İNSAN İÇİN İNSANDAN ÖNEMLİ OLAMAZ/  09.04.2000

Hiçbir şey akıl ve ruh sağlığından önemli değil. Zira insan ancak aklının farkında ise  ve ruh âlemi ferahlık kapılarına da açıksa muvazene kurulur. O zaman yaşanılıyordur. Yaşamak nedir? Ne kadar ve niçin? Ve nasıl? Her gün aynı tarzda mı, böcekler gibi? Yoksa her güne bir başka hazırlıkla mı girmeli? Dışarda gece yarısının derin ve tehlikeli sessizliği var. Araba seli bir karanlık yılan gibi  akıp gidiyor uykulu gözlerin ortasından… Geceler, hastalar ve kimsesizler için, çaresiz çocuklar  ve ihtiyarlar için  ne zalim bir liman  ve geceler ne günahlar saklıyor, nice canlara kıyıyor, kimbilir ertesi gün için ne alçak tasavvurlar kuruyor. Belki de gecelerin birinde binbirincisinde  bir güzel çocuk zekâsını, ruhunu, dimağını özlediğimiz gündüzler adına kaderin beşiğinde mışıl mışıl  hazırlıyor. Hayatı ve insanları anlamak önce onları tanımaktan geçer. Tanımak, uzun bir yolculuktur. Arada şaşırtıcı engeller çıkar  diyor eskiler. Bu badireler atlanacak, sular aşılacak, geceler sönecek, içler aydınlanacak, gönüller acıdan acıya düşecek, kavrulacak…Yine de “gık” demeyecekler. İşte o zaman her şey, hiçbir şeydir. Hiçbir şey insandan değerli olamaz.

BAHAR MI CEHENNEM Mİ? / 10.05.2000

İşte yine çıkmazlar içinde bunaldığım bir baharda yine cehennem azapları…Üst üste tuğlalar koyarak inşa ettiğini sandığın  küçük sarayın meğerse sırçadanmış, yıkıldılar ve altında kaldın. Kalk, silkin, kendine gel yeniden başla, sus ve düşün. Kendine defalarca verdiğin sözleri hatırla, hepsini teker teker unuttun. Yine aynı hatalara düştün. Böyle çetin bir sınav karşısında sonuna kadar sabretmek zorundasın. Beklenmedik gelişmeler olabilir. Asabını  bozma, zihnen hazırlıklı ol. Günlük, üç günlük, haftalık, aylık, mevsimlik, yıllık, ömürlük, gecelik, gündüzlük, namaz vakti kısalığında saniye-salise uzunluğunda murakabelere ihtiyacın var. Tekrar toparlan, kendini bırakma. Allah  büyüktür. Dilini ve aklını iyi kullan. İnsanların kafasını karıştıracak tavırlar alma, yorumlarını kendine sakla. Allah’a sığın, yoksa yanarsın…!

EY AKLIM! / 30 Mayıs 2000

Niçin benden uzaklara giderek başımı derde salıyorsun? Sensiz olmuyor…Sadece duyguyla yaşanamayacağını  senden âlâ bilen mi var? Sen her şeyi ölçüp biçiyorsun. Binbir hesap yapıyorsun, ihtimallere göre bin yığın yorum getiriyorsun, sonra karar veriyorsun. Sen benden ayrıldıkça  ben gaf üstüne gaf yapıyorum. Aklı başında olmayan bir adam ne hatalara düşer biliyorsun. Akıl bu dünyanın duygu adamlarını kurtaran en büyük servettir. Sensiz de olmuyor seninle de…Senin hakim olduğun fakat mahkum etmediğin bir dengeyi kurabilirsem şu yarım asra yaklaşan ömrümün geri kalan kısmı belki huzurlu geçer. Ey güzel aklım, hafızamda  biriken bunca tecrübeyi kullanabilmem için  hep benimle beraber ol…Benden sadık bir başka ev sahibi arama. Benim aradığım huzur senin rehberliğine muhtaç, eğer sinirlerim başsız  kalırsa ne yaparım? İrademle, sabrımla, iyi niyetimle, sevgimle, hoşgörümle  sana yardımcı olacağım. Ve asla terk etmediğim imanımla. Babamdan kalan irsî emaneti  sağlık ve selamet ile kendime, evime ve mesleğime hayırlı eylemek için aklımı başımdan hiçbir fani alamamalı.

DENGELER DİLDE, GÖNÜLDE, HAFIZADA / 15.06.2000

Allah’a dayanan pişman olmaz. Hatalar, kullar içindir. Akıldan her geçen dile yansımaz, önce hafızanın ilgili yerine konur, eski bilgilerle kıyaslanır, ölçülür, biçilir, gerektiğinde kullanılmak  üzere ait olması planlanan yerde bırakılır. Rastgele kullanılan bilgi yanıltabilir. Test edilmelidir. Şahsi hayat tecrübeleri  rahat etmek içindir. Eğer hep unutsa ve hiç hatırlamasa  idik ne kadar  zavallı olurduk. Her öğrendiğini hatırlamamak üzere unutan  bir insan, sağlıklı ve normal bir hayat süremez. Ve ey sevgili nefsim! Bunca yıllık yoldaşın Mehdi’yi üzme ve yıpratma, onu kaprislerine kurban etme. O herkes gibi nefsiyle hem dargın hem barışık. Dengeler bunu gerektiriyor. Hep dargın olsa seninle Mehdi Hoca; dergâhta olmalıydı; hep barışık olsa zevk ü sefahatta gezmeliydi. Dünya nimetlerinin biraz farkında, biraz değil. Onun içindeki kavga  ve çekişme hiç bitmeyecek. Dilerim ki dengeler içinde akıllıca, ibret alarak bin düşünüp bir konuşarak biraz diplomasi, ilm-i siyaset deneyerek istemeye istemeye gün ortası ışığında çiseleyen yağmura rıza göstereceğiz. Yağışsız, bulutsuz, ebedi yeşil gölgeler altında derin maviler görmek, bir hayal; ey bilmeyen hasretlerin çocuğu nefsim. Kendine dengeler içinde bir yer ara.

HÂLÂ NEYİN DERDİNDESİN?  / 20.08.2000

Merkez Efendi ne demiş üstadına cevaben: “Pirim, bu dünyada herşeyi yerli yerinde  bırakmalı, hiçbir şeye müdahale etmemeli, hikmetinden sual olunmaya…” Ve üstadından yorum: “Hah işte şimdi söz, MERKEZini buldu”. Herkesten, Merkez Efendi salabeti ve feraseti beklenemez. Söz “Merkez”ini bulana kadar nice ömürler muttasıl başını taştan taşa vurarak avare olmuşlardır. Fuzuli az bile söylemiş. Kader hükmünü icra eder. Sana da dua ve sabır düşer. İçinde kopan velveleler, insanoğluyla fazla uğraşılamayacağının ifadesidir. Belli gençlik yıllarında yaşadığın çeşitli bunalımların değişik bir benzerini şimdi yaşamaktasın. Geçer geçer üzülme..! Her şeyde bir hayır vardır. Elinden geleni yap. Akıllı davran. Gergin değil yılların tecrübeleriyle daha üstad tavırlı ol, profesyonel ehliyetin var senin. Kitap sahibi bir adamsın. Kendini ve insanları ciddiye al. Sözün tamamı her yerde ve herkese söylenmez. Az konuş, çok dinle, darılma, zamanlama ve iletişimi sağlam tut. Allah’a güven…

ALLAH HERKESE AKIL VERMİŞ / 24.08.2000

Bunca uğraşmadan sonra insanlar ve onların her yaşta  olanları hususunda edindiğin tecrübeleri unutma, hatalara düşme, üzülme. Hayat çok kısa, acımasız ve insafsız, kavga, çekişme, rekabet  çekememe asla bitmiyor. Kendinle uğraş, başkasıyla değil. Allah herkese akıl vermiş. Akıl dağıtmaya uğraşma, senin aklın sana ancak yeter, bazan yetmiyor bile. Bu zamana kadar gerildin, üzüldün, kazandın, kaybettin de ne oldu? Altın sırmalı elbiselerin  olsa ne çıkardı? Bak Zeki Müren’in  malı mülkü, elbiseleri haraç mezat. Hoş senin kaç kuruşun var ki? Ele muhtaç olmayacak kadar. Dua et, Allah’a sığın, sana danışana bildiğin kadar anlat bilmediğini  öğren, yardımcı ol. Asla ısrar etme, ölçüsüz sözler verme, hislerine mağlup olma, Gerçekçi ol, ümitsizliğe düşme, kontrolü kaybetme, baskı yapar görüntüsü verme, zamanlamacı, hoşgörülü  ve planlamacı ol. Ancak sert tavır alma. Allah yâr ve yardımcı ola.

ÇÖZÜLÜN ARTIK İPLER / 28 Ağustos 2000

26 Ağustos, 18 Mart’tan daha manalı bir zaferdir güzelim. Sen güneşin, yeşilin, yağmurun, suyun, gül-çehrenin, nezaketin, sadakatin, teslimiyetin, gençliğin farkında  mıymışsın, sen yaşıyor muydun? Sen bir vazifenin eriydin yıllar yılı ve yıllar boyu artık yeniden bir azadelik ufku açılacağa benzer. Hiç bir kayba derinden üzülmeden kimseye kinlenmeden, kimselere sitem okları atmadan, hep hayırlısını dileyerek, herşeyi O’ndan bilerek  ve O’ndan bekleyerek. Gölleri ondan, tepeleri ondan sayarak… Artık seni tanımayanlar var. Senin onları tanıman yetmez mi? Yolunu kesen haramiler için  hazırlıklı mısın? İçinde haydutlar kalmasın Mehdi Hoca. Sen artık sunulan dünya nimetlerini farklı frekanslarda idrak edecek çok acı tecrübelere sahipsin. Bil ki kendine çok eziyet ettin. Artık bırak kendini. Yıllar yılı susturduğun küheylenı yaylalara, dağlara sal. Amasya’nın bardağı, Rize’nin çayı, Malatya’nın kaysısı varsa senin de engin bir sabrın ve gönlün var nice zamandır.

UZAYAN, SADECE GECELER Mİ? / 21.09.2000

Bu günden sonra geceler uzamaya başlayacak, gündüzlerimiz kısalacak ta 21 Mart’a kadar. Sonra yine gündüzler uzayıp gecelere yüz verilmeyecek. Ta ki ebedî geceler gelene kadar… Sevinmek ve üzülmek sözleri eski gücünü  kaybettiler. Benim için artık olup biteni ibretle, hayretle, hayranlıkla, sevgiyle seyretme ve dinleme çağı açılacağa benzer. Kızmadan, darılmadan, şaşırmadan kederlenmemeye çalışarak. Ben artık çehremle, kıyafetimle, oturuşum kalkışımla, konuşmalarımla yeni bir dönem açmalıyım. Ben 25 yıldır kıyafetine bile dikkat etmeyen  bir adamdım. Bu tavrımın manası anlaşılamadı. Ama ben biliyordum, pişman değilim.Allah’ın yardımıyla bir çok şeyi başardım. Artık renkler değişiyor. Bağbozumundayız. Maharetini koy ortaya canım. 9 gün 9 gece  ikişer saat uykuyla yetinerek yeni bir tahammül denemesi yaşayan sen ”tadını çıkarın” bu hayatın diyen ak-su-gül seslere kulak asmalısın.