Bitmelidir ki adamlık yolunda olalım.

Çok manalı... Öz eleştiri... Nefis muhasebesi... Otokritik... Ne dersen de... Marifet, bunu başarabilmekte, endi etrafına ördüğün duvarları yıkabilmekte... Hiç olmazsa yarı yarıya şeffaflık... Kim ne kadar cesaret edebilmiş. Kendime sık sık "hodri meydan..." diyorum...Size de tavsiye ederim.. Acı biber gibidir.

Temmuz 2022 / Prof. Dr. Kemal ERASLAN Bey'e RAHMETLER OLSUN...

1969-70 Öğretim Yılından itibaren Fakültede derslerimize gelen çalışkan, güler yüzlü, öğrencilerine belli mesafede arkadaş gibi davranan Prof.Dr. Kemal ERASLAN Hocamız 92 yaşında Temmuz 2022’de vefat etmişti. Odasına her uğradığımda kitaba eğilmiş başını kaldırır, burnunun ucundaki yüksek dereceli gözlüğünü düzeltir; " Gel Mehdi otur, nasılsın, Sakarya'daki arkadaşlar nasıl ? Bak orada çay da var bardak da var, kendine doldur, anlat bakalım" der, tekrar Nevai'nin kim bilir hangi eseriyle ilgili önündeki çalışmalara devam ederdi.. Doktora jürimde yer alması benim için şeref hatırasıdır. İlk kitabıma TDK için rapor hazırlamasını da minnetle yad ediyorum. Çapa Yüksek Öğretmen Okulu mezunu olduğu için bize hususi bir sevgisi vardı. Okulu ve odasını, evinden çok sevdiği, tatil günlerinde bile soluğu Fakültedeki odasında aldığı iddiası, mübalağa olsa bile onunla ilgili tebessüm uyandıran güzel bir hatıraya dönmüştü... Onun nesli bambaşka bir nesildi. İlk Cumhuriyet nesliydi. Ruhu şad mekânı cennet olsun.../ M.Mehdi ERGÜZEL

Temmuz 2020 / Papa'nın üzüntüsüne katılanlar ve avanesi, Atilla, Roma'ya girmesin diye yalvarmaya giden büyük dedelerinin torunları olarak, Hun atalarımıza şükran duymaları gerektiğini hatırlamalıdırlar . Yahya Kemal Beyatlı'nın Gedik Ahmet Paşa'ya yazdığı gazeldeki:

"Çıktı Otranto'ya pür-velvele Ahmed Paşa / Tûğlar varsa gerektir Kızılelma'ya kadar.."

mısralarının ve diğer beyitlerin ne manaya geldiğini yeniden düşünmelidirler. Biz Cem Sultan'a ve babasına yapılanları unutmadık. Vatikan sakini, üzülecekse Filistin’de, Irak'ta, Suriye'de, Doğu Türkistan'da, Yemen'de, Afrika’da açlıktan ölen masumlara ve öldürülenlere üzülsün de göreyim azizliğini...Üzülüp durmasın, holding çapında olduğu söylenen zenginliğinin tadını çıkarsın.

Temmuz 2017 / TRT 1'deki "Seksenler" dizisinin geçen günkü bölümü, 45 yıl önceki 12 Eylül Darbesi ile ilgili olarak mütevazı bir İstanbul semtinden memlekete mesajlar veren komik-dramatık-üzücü sahneleriyle bana o zamanları yaşattı. 1980'in Eylül'ünde,

28. yaşımın ilk 7 yıllık öğretmenlik hayatımın bilmem kaçıncı görev yerinde, öncesinde ve sonrasında yaşadıklarımı düşündürdü, üzdü.. Bu dizideki baş rol oyuncusu da liseden öğrencim, çalışkan, zeki bir Rumeli çocuğu, Şoray Uzun Bey..Senaryo güzel yazılmış. Bütün kadroyu tebrik ediyorum. Kara mizahla, sembolik söz ve sahnelerle,yakın geçmiş ancak bu kadar ustalıkla yansıtılabilirdi. Yaşamayan bilmez. Komedi, aile dizisi deyip geçer. Yaşayanların hatıralarını ise yakıp da geçer. Rahmetli büyüklerimizin sağlam ve şaşmaz üslubuyla söylemek gerekirse; Allah bu milleti görünmez belalardan, felaketlerden ve ihanetlerden korusun. Hatıralardan ziyade küçük ,mütevazı tespitlerle yetinmek bana daha uygun geliyor. Samimiyetin, hasbiliğin Kaf dağlarına kaçtığı zamanımızda "Varak-ı mihr ü vefayı kim okur kim dinler ?" Yeni yetmelerin üstad olduğu bir demde bana "ibret nazarıyla sükût etmek" daha şirin geliyor.. İnşallah bir gün feraseti gelişen kâmiller de bu memlekete nasip olur. Selam ve muhabbetlerimle efendim...Vatan evlatlarını ailelerine, vatana, millete, bayrağa bağışlasın; devletimiz, dinimiz ebedî olsun inşallah...

Temmuz 2025 / Yaz günlerinin sessizliği içinde bana kendini seyrettiren

"Science end Vie TV / Hayat ve İlim TV" diye bir Fransız belgesel kanalının Türkçe tercümeli yapımları, millet olarak işimizin gitgide zor olduğunu düşündürdü. Biz nelerle oyalanıyoruz, onlar nelerle..Beyinde olup bitenler...Davranışlarımız ve beyin...Canlıların her birinin ilme, araştırma ve anlamaya konu olacak bir yığın, sırlarla dolu dünyası....Öteden beri kanaatim şudur: Ülkenin zeki çocukları seçilerek her yıl ayrı proje ve programlarla yetiştirilmeli ve yabancılara kaptırılmamalı idi...Politika ve dinî hayat, ilme müdahale etmemeli idi..Bilmem ki sonumuz nice olur bu zalim yarışta...Allah sonumuzu hayreylesin, çocuklarımızın akıllarını, irfanlarını korusun.

Mayıs 2017 / Arif Nihat ASYA der ki: "Terazi kendini tartamaz..."

Ben de diyorum ki : Öğrenci camiasının bazı mensupları, kendilerini Hocadan daha iyi tartacaklarını zannederler yahut gönülleri, nefisleri öyle ister. Hatta kimisi, başka öğrencilerden daha üstün oldukları kanaatindedirler.Halbuki "El elden üstündür."

Bunun sebebi, bir taraftan bencillik bir taraftan da kendileri ile başkalarını kıyaslama işinde, ellerinde sağlam bir ölçü olmamasındandır. Dersi anlatan, tavsiyelerde bulunan hoca, öğrencisinin beklentisine yakın ve hatta yüksek not vermekten hususî bir zevk duyan insandır. Düşük not verdiğinde ise, kusurun bir kısmını kendinde arar. Aslında üniversitelerde hoca rehberdir, yol açar, kapıyı aralar, caddeyi gösterir. Enginlere açılmak ve anlatılandan çok daha fazlasını öğrenmek, öğrencinin talip olması gereken ufuk ötesidir.

Kimi öğrenciler de kendine mahsus hesaplarla yanılır dururlar, ders hocalarını "not merkezi" bir görevli gibi görürler, onun gönlündeki yüksek "meslek idealizmi"ni anlayamazlar. Hatta bazı hocaları birbirleriyle karşılaştırmak gibi gafletlere düşerler.Tecrübeli bir hoca buna fırsat vermez. Çünkü hocaların her biri kendi sahasında yegânedir ve "nevi şahsına münhasır" birer değerdir. Tecrübeli bir hoca kimseye şirin görünmeğe tenezzül etmez, asla "mavi boncuk" dağıtmaz. İdealist hoca, sınıfa yaklaşırken "besmele"yle ve "bir mâbede girmenin huşuu" içindedir. Her seferinde, öğretirken öğrendiğinin şuurundadır. Ders bittiğinde vicdanı ona "aferin" desin ister...Bazı öğrenciler ise, kendi hatalarının bedelini, kendi sorumluluğunun dışında sebeplere ödetmeye çalışırlar. Yüksek lisans ve doktora yolunun kolay olduğunu sanırlar. Bu yokuşun küçük hesaplarla aşılamayacağını, ancak uykusuz gecelerle varılacak bir sabır seyahati olduğunu idrak edemezler. Bir makalenin bile ne çetin hazırlıklar gerektirdiği, tecrübesiz olanın sürekli bocaladığı bu vadide; tezlere, kitaplara doğru kanat açmanın önce tevazu, sonra zengin bir alan bilgisi, uzmanlığa saygı ve danışma nezaketi, "öğrendikçe baş eğme" inceliği, dengeleri koruyarak her çiçekten bal alma ustalığı,"gelenin keyfi için" geçmişe sırt çevirmeme asaleti, medenî cesaret fazileti, vefalı olma olgunluğu, cahilliğini anlaya anlaya susmayı ve dolmayı kavrama sanatı..olduğunu, ben olmasam bile, birileri sık sık hatırlatmazsa "dün mektebe gitmiş bu gün üstad olayım" diyenler çoğalacak, felek denilen ihtiyar üstada, korkarım ki kulak asan kalmayacaktır..

Bu gençler mesleğe atıldıklarında veya öğretmen olduklarında hakikati anlamaya başlarlar ama ne çıkar, zamanında hatalarını itiraf etmeyi başaramamış, hak ettiklerinden fazla müsamaha gördükleri hâlde özeleştiri yapma ihtiyacı duymamışlar bazen de hocalarını hayal kırıklığına uğratmışlardır...

Mayıs 2023 / GÖNÜL DAĞLARINDA ÇİÇEKLER AĞLAMASIN...

GÖNÜL DAĞI dizisinin sezon finali olan 65. bölümü canımızı yaktı.. Güya dizi hakkında bir yazı düşünmüştüm. Duygu ve düşüncelerim altüst oldu. Günler geçmeli ki sakince düşünebileyim. Sevgili Anadolumuzun dertleri hiç bitmez mi Allahım ? Hep yaralı mı kalacağız nedir ? Hele bu yanık türküler bizi öldüre öldüre bitiriyor. Yine de Allah'ın yardımıyla küllerimizden diriliyor, yeniden doğruluyor, ayağa kalkıyoruz. Allah milletimize kaldıramayacağı büyük acılar yaşatmasın..."Viran oldu mor sümbüllü bağlarım..." "Gönül Dağı, masallarımızı, meçhullerimizi dayadığımız dağ..." "Gidişler ve gelişler bu dünyanın kaderinde var..." "Dağın taşın yüklenemediği emaneti yüklenirmiş insan..."

Ekranda bir yazı aklımı alıyor : "İÇTİĞİMİZ SULAR ÜÇ MİLYAR YAŞINDA..."

Şaşırıyorum. Evet de diyemiyorum hayır da.Nihayet suların da bir yaşı olabileceğini hiç düşünmemiştim.Dağların,ovaların da bir yaşı varsa, suların ve havanın da birer yaşları, mazileri olması tabiidir. Nasıl çiçeklerin, meyvelerin ,hayvanların ve nihayet insanların da bir başlangıçları olduğunu düşünmek zorunda isek.Âlemin sırları ancak ilim ve hikmetle çözülebilir ve açıklanabilir.Gül kaç yaşında, yahut da papatya, nergis, çilek ve kuşların, atların, ilk atalarına uzanan yaşları mı var ? Ya İdil'in, Nil'in,Tuna'nın, Fırat'ın, Aras'ın, Hazar'ın, Isık Göl'ün, Kızılderililerin, yıkandığı Amazon'un... suları ?.

Kâinat sırlarla dolu..Allah aklımızı korusun...

Mayıs 2023 / Hiç kimse Türk milliyetçilerinin / ülkücülerin oy tercihlerini, kafasına estiği ve gönlünün istediği gibi müspet / menfi değerlendirebilme, hafife alma, yadırgama hakkına sahip değildir. Çünkü ülkücü camianın mensupları, son 55 yılın en tecrübeli, ateş çemberinden geçmiş, en sağlam siyasi şuura sahip nesilleridir. Nereye, niçin oy verdiklerini bilirler. Hedef ise 2028 seçimleridir. Esas olan, mevcut kadroları incitmeden, birkaç yıl içinde, kültürlü, tecrübeli, genç, olgun, yakışan bir lider ve kadrosunun etrafında en az % 33' lük bir oy potansiyeli ile yarına hazırlanmaktır. Mahkeme kadıya mülk değildir. Ana caddeden ayrılanların 30 yıldır %1'i bile aşamamalarından ibret alınmalıdır..Bazı arkadaşların garip şekilde kendilerini haklı başkalarını yanılıyor sanması, eğer çok yönlü istişare zaafı değilse olsa olsa uykusuzluk ve zihin yorgunluğu alametidir. Onlar Türk müziği dinleyip zaten aşina oldukları secde ile barışsalar, benim gibi kitap okumalara dalsalar ne de faydalı olur diye düşünmekteyim. Hepinize selamlarımı arz ederek, küsmece; darılmaca, kızmaca, gerilmece, kaş çatmaca yok, diyorum...

Mayıs 2020 / OKUMALISINIZ.... 1952 yılında Hüseyin Nihal Atsız önderliğinde eşi Bedriye Atsız, kardeşi Necdet Sançar, onun eşi Reşide Sançar, Fahrettin Kırzıoğlu ve İsmail Hâmi Danişmend Fatih Sultan Mehmet Han'ın türbesi önünde buluştular. Onlara Altan Deliorman ve Erk Yurtsever de katıldı. O yıllarda türbeler kapatıldığı için ecdadın kabirleri harabe halindeydi. Fatih Sultan Mehmet Han'ın türbesi de diğerlerinden farksız değildi. Hüseyin Nihal Atsız ve beraberindekiler bir sonraki yıl 1953 yılında İstanbul'un fethinin 500. Yıl dönümü sebebi ile Fatih Sultan Mehmet Han'ın türbesini temizleyip bakım ve onarımını gerçekleştirdiler.

Altan Deliorman hatıralarında türbenin halini şöyle aktarır ; " Hep birlikte içeri girdik. Önce burnumuza bir küf ve pas kokusu çarptı. Loşluğa ve bu kokuya bir süre sonra alıştık. (...) Yılların tozu, pası birikmişti. Sildikçe çıkıyor, bir türlü temizlenmek bilmiyordu. Sanduka örtüsü yırtılmış, kirlenmiş, solmuştu. Sanduka etrafında ki demir parmaklıklar eskimiş, dökülmüş paslanmıştı." Altan Deliorman yine hatıralarında demir parmaklıkları Hüseyin Nihal Atsız' ın tamir ettirdiğini aktarır. Atsız hocaya Fatih Sultan Mehmet Han ile ilgili soru sorulduğunda Atsız ; " Onun hakkında ben ne yazayım ? Kendisini tarihe yazmış zaten ." Diyerek ecdada saygısını ve övgüsünü dile getirmiş ve yüceltmiştir.

Mayıs 2016 / Ataşehir’i Otoban’a bağlayan yoldan haftada dört defa geçerdim ve her seferinde, şaşırır, üzülürdüm.. Soldaki heyula binanın solunda 20 kat daha yüksek iki benzeri daha var. Keşke o cami oraya değil de daha mütevazı bir zarif mahalleye yapılsaydı.. Çünkü burada, yüksekçe bir yere heybetli bir cami, yeşilikler ve çiçekler arasında, fıskıyelerle şenlenmiş ,vakıf dükkânları, kültür salonları içinde heybetli bir mabed yakışır.. Ezilmiş, öksüzleşmiş bir mescid değil... Kasten mi yapılıyor ?...Birilerinin Kâbe'nin tepesine "Zemzem Tover"lar diktikleri gibi.. Kaşlar çatılmalıdır. Mimar mı bulamadınız..? Dünya fanidir. Kendinize gelin beyler...

ESKİLER YAMAN ADAMLAR....

Her söylediklerinde ince hikmetler gizliyorlar. Görünüşe aldanmamalı diyorlar. Viraneler içinde nice defineler gizlenir, diyorlar. Her evlat kendi ailesi için yüksek değer ifade eder diyorlar. İman ile paranın kimde olduğunu Allah bilir diyorlar...Enine boyuna anlamadan dinlemeden hüküm vermenin çok yanıltıcı olacağını söylüyorlar. Size değer verenlerin bu kanaatini sezmenin de bir feraset meselesi olduğunu ifade ediyorlar. Tevazunun yaşmak misali örterek güzelleştirdiğini bazan yüzeysel düşünmenin ve derinleşememenin ithamlı sorguyıcı çehresiyle söz sahiplerini öze nüfuz edememek, madalyonun başka cephelerini anlayamamakla baş başa bıraktığını hatırlatıyorlar. Manalı susmaların manalı konuşmalardan daha etkili olduğunu ifade ediyorlar. Bir çırpıda hayatın özetlenemeyeceğını açıklarken sade ve açık fikirli olmanın değerini düşündürüyorlar...

BU ESKİLER, ESKİMEYEN ESKİLER BİR ÂLEM..

Atı alan Üsküdar' ı geçtikten sonra uyanmanın bir faydasının olmayacağını bile söyleyen var. Ben bu eskileri çok ciddiye alıyorum. Yenilerin her renkte tek tip hâle geldiği, kalıplaştığı son yıllarda bu eskileri ve onların yazıp söylediklerini dinlemeye ne kadar ihtiyacımız var.Hayırlısı olsun. Çocukluğumdan beri eskilerden dinlediklerimi yazmak niyetindeyim. Sözün özü, hiçbir şey göründüğü gibi değildir."Türk'ü anlamak için Türk'ü dinlemek gerek."Ben her vatan evladı gibi çocukluğumda aileden aldığım duygulu sevimli dinî terbiyeden sonra lise sonlardan itibaren şuurlu olarak muntazam yaşamaya başladığım İslamî hayatımı kimselere ilan etmeye ihtiyaç duymadan ve gizlemeden, son elli yıl içinde ve hâlâ on binlerce sayfa, meal, tefsir, siyer, ilmihal, hadis ve benzeri kaynakları okurken de kendimi yetiştirmek öğrenmek niyeti içinde oldum. Birilerine göstermek için değil kendi bilgi ve hayat ihtiyacım doğrultusunda bir tercih içinde oldum. Kimseyi de yargılama,değerlendirme hakkını kendimde bulmadım. Allahın yarattığı her vatan evladı bir değerdir. Bir insanı tanımak çetin bir maceradır. Bazan bir ömür yetmez bazan bir söz yeter, derlermiş ESKİLER....ESKİLER''i yazmaya devam edeceğim Tabi ki sembollerle...

***