Prof. Dr. M. MEHDİ ERGÜZEL -

Rahmetli hocam Ahmet Kabaklı'ya dair değerli yazar ve gazeteci Oğuz ÇETİNOĞLU Beyin sorularını bir sohbet-mülakat samimiyeti içinde karşılamaya çalıştık ve geleceğe mesajlar bıraktık. Hem dikkatli hazırlanmış titiz soruları için O. Çetinoğlu'na hem de okuyacaklara teşekkürlerimle arz olunur. Oğuz Çetinoğlu: Ahmet Kabaklı Hocamız, sıradan bir 'dava adamı' değildi. 'bir davanın adamı.' daha doğrusu 'davasının adamı' idi. O'nun davası hakkındaki düşüncelerinizi lütfeder misiniz? Prof. Dr. Mehdi Ergüzel: Oğuz Bey, önce, "hayrü'l-halefi olmaya çalıştığım" rahmetli Hocamı yad etmeye vesile olan bu sohbetimiz dolayısıyla size teşekkür ederim. Elazığ'ın, memleketimize en değerli hediyelerinden biri olan Ahmet Kabaklı, ailesinden ve yetiştiği muhitten aldığı temel milli vasıfları nefsinde toplamış bir ruh haleti içinde "şehirler güzeli İstanbul"a geldiğinde, şairin deyişiyle "daha deniz görmemiş bir Anadolu çocuğu"dur, 19-20 yaşlarındadır. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu'nun yatılı öğrencisi ve Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde; Prof. Dr. A. Nihat Tarlan, Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Prof. A. Hamdi Tanpınar, Dr. A. Karahan, Dr. Mehmet Kaplan'ın öğrencisidir. Cemil Meriç ve Cahit Okurer zaten Elazığ Lisesinden iki değerli öğretmenidir. Fakültede arkadaşları; Muharrem Ergin, F. K. Timurtaş, A. Alpaslan. küçük sınıflarda da sonradan hepsi profesör olan O. Okay, N. Hacıeminoğlu, B. Emil, M. Akalın gibi "Yüksek Öğretmenliler" vardır, ağabey sınıflarda ise ara sıra bize de anlattığı rahmetli Kaya Bilgegil bulunmaktadır. Bu zengin irfan muhiti içinde Ayverdiler, N. Sami Banarlı, O. Şaik Gökyay, Nurettin Topçu, İbrahim Kafesoğlu. gibi güzide şahsiyetler de yer almaktadır. Bu arada onun şahsiyetini yoğuran iki hanımefendiyi unutamayız, onu dualarla, türkülerle, masallarla büyüten anası Münire Hanım ve milli ruhu nakşeden Ortaokuldaki Türkçe Öğretmeni Cemile Hanım. Ben bu iki nurlu ve muhterem hanımı tanıdım ve ellerini öpmek şansını buldum. Böyle bir ilim irfan camiasına, anasının dualarıyla gelen genç Ahmet Kabaklı'nın bir "dava adamı" olarak yetişmesi mukadderdi. Kader onu 1948'e kadar "Asitane"nin beşiğinde salladı ve 24'ünde "çiçeği burnunda bir Edebiyat Öğretmeni" olarak Diyarbakır Lisesine yolladı. İlk yazı denemelerine öğrenciliğinde başlamıştı. Edebiyat Muallimliğinin tadına vardığı ilk görev yerinden ayrılırken kendisini şehrin istasyonundan uğurlayan duygulu öğrenci-veli kalabalığı, vazifesini hakkıyla yaptığının nişanesiydi. Buradan iki öğrencisi de sonradan Profesör olan Kemal Eraslan ile ticarette başarı gösterip hocasını unutmayan Cahit Dodanlı idi. Askerlik, Aydın Lisesi, evlilik, Ankara Hukuk, Paris. safhalarından sonra Hoca tekrar, hasretini çektiği İstanbul'dadır ve öğretmen yetiştiren gözde bir eğitim yuvasının kadrosunda, Çapa Eğitim Enstitüsü'nde; Banarlılar, Gökyaylar, Necatigiller'le bir aradadır. Artık eser verme çağının heyecanı ve hazırlıkları içindedir. 1957'de Tercüman Gazetesi'nin- kazanana yazdırmak vaadiyle- açtığı fıkra yarışmasının birincisidir. Önce haftalık yazar. Bir yazısı üzerine, Y. Kemal Beyatlı'nın kendisini telefonla tebrik edişini gözleri parlayarak anlattığını hatırlıyorum. Zaten en sevdiği ve "görüşlerinde hemen hemen hiç yanılmayan mütefekkir sanatkar" diye övdüğü Yahya Kemal, onun hayatı boyunca fikirlerini aydınlatan fenerlerden biridir. Kabaklı Hoca, artık "Tek Parti Dönemi"nin bittiği bu yıllarda, kendi alanında eserler vermek kararındadır. Örneklerle zenginleşmiş, lise ve üniversite mensuplarına da hitap eden, birkaç ciltlik "Türk Edebiyatı", hem tarihi akışa hem de çok sayıda metne istinat eden başlangıçtaki üç cildiyle 1962-66 arasında 'Türkiye Yayınevi'nin parlayan kitapları arasına girer. Bu arada Tercüman'daki "Gün Işığında" köşesi memleket çapında ilgi görmekte "Kabaklı Hoca, bugün ne yazmış bakalım." sözü halk arasında tabii karşılanır olmuştur. Buradan seçtiği yazılar ve uzun takdim yazılarıyla "Mabed ve Millet" ile "Müslüman Türkiye" kitapları, Kabaklı Hoca'nın, sonraki yıllarda gerilimi ve iddiası daha da yükselecek olan dava adamlığı vasfının manifestoları, daha doğrusu fikriyatının ana çizgilerini veren gür sesi halinde, daha kitapların adıyla ilan ediliyordu. Rahmetli Hocanın, benim çok beğendiğim tavsifiyle "Muhammed Oğuz Oğulları" bir "mabed etrafı"nda hayatlarını şekillendirmişler, Asya'nın destani asırlarından getirdikleri milli cevherlerini Bizans'ın paslı kilidini kırarak bin yıldır Anadolu'da "Müslüman Türkiye" ile mayalayıp nesiller boyu yaşatmışlar ve istikbale yürümektedirler. Ana fikir budur: "Türk-İslam-Muasır". Rahmetli Kabaklı Hoca'nın hayatı hep bu sacayağı etrafında gelişti. "Türk Töresi" başlığıyla neşrettiği bir dizi yazısından sonra asıl niyeti bir "Türk Destanı" da kaleme almaktı. "Alperenler Kitabı" bu isteğinin farklı bir denemesidir. Dava adamı Ahmet Kabaklı'nın sesi; Yunus Emre, Mevlana ve Fuzuli asırlarından 20. asra doğru akıp gelen, Türkçeyle korunan milli-İslami değerde Türklük emanetlerinin, M. Akif - Y. Kemal - Z. Gökalp - Ö. Seyfeddin - A. Nihat - Tanpınar - N. Fazıl - P. Safa - C. Meriç- M. Kaplan -N. Topçu. pınarlarında durula durula 1960-2000 arasının dağdağalı 40 yılında yükselen gür bir sestir. O, son nefesine kadar davasından taviz vermedi. Ana-baba ocağından aldığı, hocalarından öğrendiği, bitmez tükenmez bir enerji ile okuya okuya geliştirdiği fikriyatını hep bu Müslümanca, Türkçe, insanca "ilim ve medeniyet yolunda çalışkan yolculuk" temsil etti. Ben rahmetlinin boşuna bir zaman harcadığını zannetmiyorum. Hep meşguldür, okur, yazar, yakınlarını ve öğrencilerini de öyle olmaya teşvik hatta icbar eder. "Elin gavuru nasıl çalışıp başarmışsa biz onlardan daha gayretli olmalıyız" kanaatindedir. Kabaklı Hoca'yı anlamak zor değildir. Kitaplarını samimiyetle çizerek, düşünerek okumak ve o konularda yazmak yeter. O. Çetinoğlu: Türkçe'mizin 'problemli bir dil' olduğu söylenir. Tanzimat Fermanı ile başlayan batı taklitçiliği Türkçe'mizi kökünden sarsmıştı. Bu badire, Genç Kalemler Mecmuası'nın 'Sadeleştirme Hareketi' ile atlatılmış iken, 1930'u yıllarda; dilde tasfiyecilik, "Güneş dil teorisi" gibi şiddetli artçı depremler yaşandı. 'Uydurukça' denilen ve ayrıca ihtiyaç yokken batı dillerinden alınan kelimelerin istilası ile dil depremi ve hatta dil katliamı devam ediyor. Bütün bu menfi hadiseler karşısında Ahmet Kabaklı'nın Türkçe anlayışı, kurtuluş formülleri hakkında neler söylemek istersiniz? M. Ergüzel: Türkçemizin "problemli bir dil" olduğu kanaatinde değilim. Her dilin ne kadar meselesi olabilirse Türkçenin de o kadar ve hatta daha az problemi vardır. Olsa olsa dilimizin eğitiminde problemler vardır ki anlatmakla bitmez. Başarısız Milli Eğitim Bakanları ve ufku dar maarif erbabının hataları, en az 60-70 yıldır Türkçemizin yanı sıra onunla gelişen fikir ve edebiyat hayatımızın zevkli ve güzel eğitimini de engellemektedir. Mehmet Akifler, Yahya Kemaller Arif Nihatlar, Tanpınarlar, Necip Fazıllar, Peyami Safalar, Ahmet Kabaklılar, Yavuz Bülentler. yetiştiren Türkçe, hala dünyanın en güzel, en ince, en derin ve en engin dilidir. Bence asıl mesele, metinlere dayalı olarak öğretilmesi gereken zengin edebiyat ve fikir dünyamızın çocuklarımıza ve gençlerimize aksettirilmesinde düşülen cahilce hatalardadır. Şiirsiz, masalsız, hikayesiz, denemesiz, romansız, yorumsuz, kitapsız,.. edebiyat eğitimi, dil eğitimi olmaz ama "bizde yıllar ve yıllar boyu test makinesi gençler yetiştiren garip ötesi bir -güya- eğitim" vardır. Ne yazık ki bu garabeti besleyen, destekleyen çevreler oluşmuştur. Kendi "dilini fakirleştirmeyi sadeleştirme sanan" bu anlayış, yüksek seviyede edebi eserlerimizin hızını kesmiş, verimliliği azaltmıştır. Dilin asırlardır kazandığı kelime, nüans ve manalar feda edilemez. Dil, sadeleşemez, incelikleri kuşa çevrilemez. Dil, olsa olsa kıvama erer, olgunlaşır. On bin kelimelik bir sözlükle 400 bin kelimelik sözlük arasında tercih yapılmasını düşünmek, kırk kere yanlıştır ve bir zihin hastalığıdır, ciddi bir eğitimle tedavisi gerekir. Bilmeyenin işi, okumak ve öğrenmektir. Bu da eğitimle, kafa yormakla, tefekkürle olur. Ahmet Kabaklı'nın yarım asırlık yazarlık hayatı, bizden önceki nesle, bize ve bizden sonrakilere "dil yaremize dair" yazdıkları ve söyledikleri, ciltler doldurur. Hoca bu konuda da muvaffak olmuştur. Arkadaşlarıyla birlikte 1960'larda başlattığı "Yaşayan Türkçemiz Mücadelesi" 20-25 yılda netice vermiş, muhaliflerin, dili daraltmaya çalışanların, aklı başına getirilmiştir. O yılların hatırası olan eserler arasında, N. Sami BANARLI'nın "Türkçenin Sırları", M. N. Hacıeminoğlu'nun "Türkçenin Karanlık Günleri", F. K. Timurtaş'ın "Türkçemiz ve Uydurmacılık" ve benzeri kitaplar sayılabilir. Kabaklı Hoca, o yıllarda varlığına kastedilmeye çalışılan Türkçeyi, Tercüman Gazetesinden de güç ve destek alarak, devrin fikir ve ilim adamlarını etrafında tutarak, millet ve devlet nezdinde koruyup gözetmeyi başaran bir öncü şahsiyet olmuştur. "Güneş Dil Teorisi" unutulup gitmiş, ilmi bir temeli olmayan bir bakış açısından ibaret kalmıştır. "Dilde Tasfiyecilik, Arı Türkçecilik ve Uydurukçacılık" da o yılların "soğuk algınlığı" gibi talihsiz sayfaları arasındadır. Çünkü dil, kendisiyle oynanmasına izin vermez, has evlatları yoluyla aslına rücu eder, "Gün Işığında" parıldamaya devam eder. Yeter ki gaflet, dalalet ve ihanet olmasın. Türkçe 1300 yılı aşan yazılı tarihiyle, "Kitabeler devri"nden itibaren günümüze ulaşan muhteşem eserleriyle, yakın gelecekte Türk Dünyasıyla ortak "Örnekli Bir Milyon Kelimelik Büyük Türkçe Sözlüğü" ile üzerindeki tozları silkeleyip atacaktır. Yeter ki Türkçe aşkıyla dolu devlet adamları ve bilhassa Milli Eğitim Bakanları da görev başına gelsin. Ümidimizi hiç kaybetmedik. Kabaklı Hocanın "Yaşayan Türkçemiz Sancağı" emin ellerdedir. O. Çetinoğlu: Ahmet Kabaklı gibi bir dava adamı, kuvvetli bir kalem ve kelam erbabı, bulvarın sol tarafındaki mahalle sakinleriyle birlikte olsaydı, ebedi aleme intikalinin 21. yılında; adını taşıyan kültür merkezleri, caddeler, sokaklar, okullar, üniversiteler olurdu. Hakkında yazılmış mezuniyet, yüksek lisans, doktora doçentlik tezleri kütüphane raflarını doldururdu. Tespitlerime göre hakkında yazılan 4 kitap, iki mezuniyet tezinin, Elazığ'da bir caddede ve bir okulda isminin bulunmasını yeterli görüyor musunuz? Kimlerin neler yapmasını arzu ederdiniz? M. Ergüzel: Rahmetli Hocamızın vefatını takip eden yıllar, Türkiye'nin siyaseten dalgalı yıllarıdır. Her ne kadar son 20 yılda Hocamızın adı İstanbul Çapa'da sonradan kapatılan bir Anadolu Öğretmen Lisesi'ne ve bir İlköğretim Okulu'na, doğup yetiştiği Elazığ'da da yine bir liseye verilmişse de kafi değildir. Bilhassa çok sevdiği Harput'ta kurulacak bir Sosyal Bilimler Üniversitesi, Ahmet Kabaklı adını alsa ne kadar yakışırdı. Bir gün o da olur inşallah. Hocamızın kitaplarını bağışladığı Ali Emiri Kültür Merkezindeki kütüphane de Ahmet Kabaklı adını taşıyor. Yetmez. Hakkında birkaç doktora tezi ve on kadar dil ve edebiyat tezi yapılması çok yakışırdı. Asıl önemlisi de Kabaklı Hoca üzerinde önemli bir biyografi çalışması yapan Dr. Erol Ülgen Bey, rahmetlinin 20 bin cıvarında yazısını tespit etmiş. 55 yılda 20 bin yazı, muhteşem bir sayı.. Neredeyse her güne bir yazı düşüyor. Yazmadığı gün yok. Bu yazıların gazetedeki köşesinin başlığı olan "Gün Işığında 1, 2, 3.." dizisi halinde, konularına göre tasnif edilerek 25-30 kitap oluşturabileceği düşünülebilir. "Dijital" dedikleri ortamda "e-kitap"larla herkesin istifadesine açılsa, yapılacak tezler için bu kolaylık ne iyi olur. Yazılarının bir kısmı Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları çıkmış olsa bile "Ahmet Kabaklı Külliyatı"nın daha münasip olacağı görüşündeyiz. Ben naçiz bir talebesi olarak böyle bir çalışmada memnuniyetle yer almaya daima hazırım. Hatta bu iş, Vakıf bünyesinde oluşturulacak bir "Ahmet Kabaklı Enstitüsü" tarafından da yürütülebilir. Hocanın adına her yıl vefat ayı Şubat'ta ilan edilmek üzere ödüllü "Ahmet Kabaklı Deneme, İnceleme ve Fıkra Yarışması" düzenlenebilir. Yayımlanmış eserlerinin kavram dizinleri hazırlanıp yeni baskılarına eklenebilir. Hoca'ya yıllar içinde gönderilmiş binlerce mektuptan seçilebileceklerle, Hoca'nın yazdığı mektuplardan bulunabilenler, kitaba veya e-kitaba dönüşebilir. Kültür Bakanlığınca bir "Ahmet Kabaklı Armağan Kitabı" yayımlanabilir. Avrupalılar bu işleri bizden iyi biliyor, kendi milli değerlerini unutturmuyorlar. O. Çetinoğlu: Türk Edebiyatı Vakfı, -kabul etmek durumundayız- Ahmet Kabaklı dönemine nazaran daha aktif. Adeta köklü ve güçlü bir yayınevi gibi çalışıyor. Yapılanlar ve yapılmakta olanlar sizce yeterli mi? Başka neler yapılabilir? M. Ergüzel: Vakfımızın güzel, verimli faaliyetler ve yayınlar yaptığına şüphemiz yok. Ancak Ahmet Kabaklı dönemiyle kıyaslanması mümkün değil. Hocanın varlığı, yazdıkları ve konuşmaları istisnai idi. Dinlemeye gelenler önce onun için gelirlerdi ve gururla dolu olarak tekrar gelmek üzere giderlerdi. Ben en az çeyrek asırdır bu hakikatin yaşayan şahidiyim. Siyasi ve kültürel hareketler liderleriyle kaimdir. Biz onun ideallerini daha ileri taşıyabileceksek zaten bunu zamanla edebiyat tarihi yazacaktır. Ancak yazarlar dünyamızda -ne yazık ki- bir Ahmet Kabaklı daha vardır, diyemiyoruz. Hiçbir konuda yapılanların yeterli olduğu söylenmemelidir. Türk Edebiyatı Vakfı'nın maddi gücü yüksek olmalıdır. Özel Tiyatrolar gibi resmi bütçe desteğine sahip olmalıdır. Yayınları okullara satın alınabilmelidir. Telif imkanları artmalıdır. Edebiyat eğitimi gören üniversiteli gençlere burs ve kitap desteğinde bulunulabilmelidir. Dini kuruluşlara yardımı sevap sayan mantık, milli kuruluşların önemini de anlayacak seviyeye yükselmelidir. Milli hassasiyet yüksekse dini şuur da yükselir. Yoksa şaibeli grupların istismarına açık hale gelinir. Bunun için de devletin şefkatli ve şuurlu eli, devreye girmeli, denetlerken desteklemelidir de. İstanbul'daki Üniversitelerin kültür, sanat ve edebiyatla ilgili bölümleriyle, Sultan Şehir İstanbul'un 40'a yakın İlçe Belediyesi'nin Kültür Müdürlükleriyle ortak / paydaş programlar düzenlenebilmelidir. Hoca'nın sağlığında bunlar zor da olsa yapılabilmekteydi. Nitekim şimdiki Vakıf Başkanı Serhat Bey ve yönetim kadrosu Azerbaycan başta olmak üzere Türk Dünyasına açılmaktadır. Bu yıl ilk defa Türk Edebiyatı Vakfı Ödülleri sunulmuştur ve inşallah devam edecektir.