OCAK GÜNDEMİ "KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR"

"KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR." Bu günlerde kiminle konuşsak konu hayat pahalılığına geliyor. Elektrik, doğal gaz faturaları, trafik cezaları ve özellikle carşı pazarda artan gıda fiyatları..Çünkü giymeden gezmeden oluyor da yemeden olmuyor diyorlar. Farklı kaynaklardan alınan rakamlara göre hemfikir olduğumuz tek rakam gıda fiyatlarında ki artışın yıllık % 40 olduğudur. Gıda harcamalarında ki bu yüksek enflasyon dar gelirli ailelerin bütçelerinde büyük bir gelir kaybına yol açmıştır. Asgari ücretin belirlenmesinde enflasyon rakamları esas alındığından ve arzu edilen iyileştirmenin resmi enflasyon rakamlarına göre yapılmasından dolayı " Halkın Enflasyonu" diye yeni bir kavram ortaya çıkmıştır ki istatistik kurumunun açıkladığının çok üstündedir. Ülkemiz ekonomisi irdelenmek istendiğinde, Tarım Sanayi ve Hizmet olarak üç ana sektör olarak incelenebilir. Arzu edilen ekonomik büyümeye ivme kazandırmak ve refah artışıyla topyekun bir iyileşme olan kalkınmaya ulaşmak için öncelikle tarım sektörü temel alınmalıdır. Çünkü tarım sektörü, halka ucuz ve sağlıklı gıda teminiyle devletin en temel görevini yerine getirir ve getirmiştir. Ucuz ve saglıklı beslenmenin bu gün ne bulunmaz bir nimet olduğu açıktır. Bunun yanında tarımsal hammadde üretimi ile ihracata en önemli destek olmuştur..Yine hammadde değil de işleyerek satmak ve üretmek için tarıma dayalı sanayıye kaynak sağlamiştır. Köyden şehre kontrolsüz göçü önlemiş, istihdama katkıda bulunarak işsizliği azaltılmasında destek olmuştur. Butun bu katkılarıyla zenginleşen tarım sektörü, sanayı sektorune gerekli sermaye birikimini de sağlamış, hizmet sektörüne de kaynak aktarmıştır. Peki , bir zamanlar zengin bir tarım ülkesi olan Türkiye, tarım arazi olarak dünyanın 17. ülkesi bu hale nasıl geldi? Nasıl en temel sektörünü bu hale getirdi. Devlet yapısının ve anlayışının değişim sürecinde, çiftçi orgütlenmeleri, tarımsal birlikler, tarım kooperatıfleri, taban fiyat uygulamaları,alım garantısı, tarımı finanse eden ziraat bankasının varlığı vb. gibi oluşumlar işlevini tamamladı yada zayıfladı. Çiftçiye en büyük darbeyi ithalata dayalı büyüme modeli indirdi. Ürün fiyatları biraz yükselse, üretimi arttırıcı ciftçiye destek çıkıcı önlemler yerine ithalata yönelindi. Küçük ve orta büyüklükteki tarım işletmelerimiz ve çiftçimiz, dünyanın yoğun tarımsal girdi kullanan endüstriyel tarım işletmeleriyle rekabete açıldı. Tohum, gübre, ilaç ve mazot bakımından dişarıya bağımlı yerlı kaynaklara uzak anlayış kur politıkalarıyla birleşınce, çiftçiye toprağını satmak ve köyü terk etmek kaldı. Hayvancılıkta ki rakamlar durumun vehametini ortaya koyuyor. Geçen yıl kırmızı et ithalatı bir önceki yıla göre yüzde 233 artarken canlı hayvan ithalatı (büyükbaş besilik ve kasaplık) % 54 oranında arttı. Sadece bu ithalata ödenen yaklaşık 1 milyar 754 milyon dolar oldu. Bütün bunlara ragmen çiftçimiz bu gün, 82 milyon insanımızı ve 5 milyon mülteciyi beslemekte, 17 milyar dolarlık tarım ve gıda ihracatına hammadde sağlamaktadır. Ama artık tarım politikasını değiştirme zamanıdır. Tarım hızla kan kaybederek, TUİK verilerine göre her ay 300.000 kişi (Eylul de 264 bin kişi) tarımdan kopmaktadır. 35-40 yaş bandındaki çiftçi yaş ortalamasının tarımsal nüfusun % 50 sine çıkması gençlerin köyleri terk ettiği, beş on hanelik kalan köyleri göstermektedir. Zaten çok geç oldu ama akan suyu tersine çevirmek hala mümkündür. Öncelikle Tarım sektöründe çalışanların sosyal güvenceye alınması ve primlerın bir kısmının devletçe karşılanması gençlerimizi köylerinde tutacaktır. Tarımsal girdiler olan tohum, gübre, ilaç, mazot desteği, sulama vs. gibi alanlarda elektrik fiyatlamasında destek, tarımsal desteklerın tamamında küçük aile işletmelerine öncelik tanımak , pazarlama konusunda destek , tarımsal kooperatıflere destek, yerli ürün piyasaya çıktığında desteklemek ve tarımsal ithalat politikasından kademeli olarak vazgeçmek bu suyu tersine çevirir.