Prof.Dr.M. Mehdi ERGÜZEL
"Bu eserimiz bir "Edebiyat tarihi ve tenkit eseri" olarak edebiyat sözlüklerinden ve ansiklopedilerinden farklı bir mahiyet ve amaç taşımaktadır. Ömür boyu gayretlerimi borçlu olduğum Allah'ıma, bana bütün liseler, meslek okulları ve üniversitelerimizde ayrıca yabancı diyarların başlıca Türkoloji bölümlerinde el kitabı olan bu eseri yazmak, bitirmek gücünü lutfettiği için yeniden kulluk ve şükranlarımı arz ediyorum. Her şey alemlerin Rabbi ile başlar ve O'nun merhameti ve peygamberi Muhammed'in şefaati ile devam eder. " Ahmet Kabaklı/ 1993
Vefatının 20. yılında sevgili hocam Ahmet Kabaklı' yı rahmetle anarken bana göre en önemli eseri Türk Edebiyatı'nı hatırlatmayı, tekrar üzerinde düşünmeye davet etmeyi bu yazı vesilesiyle vazife sayıyorum. Kabaklı Hocam, son yarım asrın Türk fikir ve edebiyat hayatında ilk akla gelen birkaç mütefekkir edipten biridir. Yazdıkları, konuştukları ve yetiştirdiği talebeleriyle memlekete hayırlı ve bereketli eserler bırakmıştır.
Binlerce yazısı, kırk yılın mahsulü olarak en az kırk kitaba kaynaklık edecek durumdadır. Sağlığında kitaplaşanlar arasında her biri kendi sahasında değer ifade etmekle birlikte biri var ki Hoca'nın adıyla özdeş olmuştur: Türk Edebiyatı. Önce üç cilt olarak hazırlanan, ilk cildi 1966'da, ikincisi 1967'de, üçüncüsü de 1968'de tamamlanan, Türkiye Yayınevi'nin iftiharı ve baş eseri olarak yıllarca yeni baskıları yapılan eser, bugün kırk beş yaşındadır ve Hoca'nın kendi kurduğu, hayatının manası haline gelen Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları arasında on beşinci baskıya ulaşmıştır. Bu netice Türk Edebiyatı ölçüsünde bir kitap için benzerleri arasında erişilmez bir seviyedir. Benzerleri içinde beş baskıya ulaşan bile yoktur, denilebilir.
Hoca'nın eseri, 1989'daki şekliyle beş cilde ulaşmış, belki kendisinin planladığı ama gerçekleşmesi beklenen, altıncı indeks cildiyle emsalsiz bir edebiyat bilgileri, yorumları ve metinleri kitabıdır. Bu eser hangi ihtiyaçtan doğmuştur? Bu eser niçin bu kadar ilgi görmüştür?Bu eser benzerlerinden hangi bakımlardan ayrılmıştır?
Ana hatlarıyla hem bu sorulara cevap arayalım hem de Hoca'nın ruhunu şad edecek bir değerlendirmeye gidelim:
Türk Edebiyatı'nın üç cildi tamamlandığında ben liseyi yeni bitirmiş ve fakülteye başladığım 1969'da Hoca'nın Çapa'da derslerimize geldiği Kasım ayında esere de sahip olmuştum. Sonraki baskılar için Hoca'nın nasıl heyecanlı bir dikkat ve çalışma ile kitabını mükemmele götürme hususundaki gayretinin en yakın şahitlerinden biriyim. Her hususta daha yirmi yaşına bile girmeyen bizim neslin görüşlerine başvurması ve eserin yeni yetişenlerdeki tesirlerini takip etmesi, başarısındaki önemli noktalardan biridir.
İlk baskısının "Önsöz"ünde kitabını bir "edebiyat tarihi" veya "ansiklopedisi" olarak düşünmediğini, "aydınlar için edebiyat" teklifini de "sıcak bulmadığını" ifade eden rahmetli Hoca, esere en yakışan isim olarak Türk Edebiyatı'nda karar kılar ve birkaç yıl sonra aynı isimde bir bir dergi ve Vakıf ile bu edebi ismi ebedileştirir.
Önce 1900 sayfa olan eser son baskıda 4300 sayfaya ulaşır. Kırk yıllık hocalığının muhassalası halinde her yeni gelen neslin başucu kitapları arasına katılır.
"Atalar, ruhunun en büyülü duygu ve düşünce hazinesi olan milli edebiyatı yeni nesillere ulaştırabilmek için" böyle bir esere bilhassa ihtiyaç duyulduğunun şuurunda olan 1964'ün kırk yaşındaki tecrübeli Hoca'sı "edebiyat, insanı daha iyi Türk yapan, gelecek zamanlara yön veren cazibesiyle merak uyandıran, okuyanı yükselterek daha iyilere götüren milli bir kültürdür." demekte ve o zamana kadar "yetişen nesillerin düşünmek, beğenmek ve değerlendirmek gücünü edebiyattan aldıklarını" ifade etmektedir.
1930'dan sonraki şair ve yazarlarımıza dair edebiyat tarihleri ve edebi yorum kitaplarında nadir bilgi bulunmasını veya bu konuların kısa geçilmesini, bir boşluk olarak gören Kabaklı Hoca, eserinde 1930-1990 arasına da dikkatlerini yönelterek bu yılların değerlerini öne çıkarmakta ve sahiplenmektedir.
Milli hassasiyet çizgileri içinde ama ideolojik davranmadan Türkçeyi güzel kullanan bütün şair ve yazarlara devri içinde yer vermektedir. Edebi görüş farkları ve "nesil kavgaları mümkün olan insaf ölçüleri içinde" değerlendirilmektedir. Onun üslubunda, " göklere çıkarma ve yerin dibine batırma" tavrı olmadığı gibi, dipnotlara boğulmuş, tadı kaybolmuş kuru, yavan bir " ilmi dengecilik" de yoktur. Olanı olduğu gibi görmekte fakat " Türk Edebiyatı Tarihi"nin milli akışı içinde Türkçeye hizmet, milli ve insani değerlere uygunluk gibi bütün hayatını dolduran ölçülerle yazmaktadır.
Eserini, ansiklopedik bilgiler ve hayat hikayeleriyle doldurmak yerine hocası Mehmet Kaplan'dan hareketle "devir-şahsiyet-eser" üçgeni dengesi içinde geliştirir. Bu bakımdan o yıllar için kitap, ne bir edebiyat tarihi ne sadece bir tahlil eseri ne de bir ansiklopedik biyografidir. Belki her üçünü ihtiva eden fakat onlardan başka dördüncü bir terkip çalışmasıdır diyebiliriz. Onun ölçüsüne göre eserde; " Kişilerin hayatları kısaca ve ancak eserlerine aydınlık getiren ölçüde verilmiş, daha önemlisi; karakterler, fikirler ve üsluplar üzerinde durulmuştur. Büyük sanatçılara tabii olarak daha geniş yer ayrılmış ve onlardan daha fazla metin seçilmiştir. Bir edibin kişiliğini ve fikirlerini tanımadan eserlerinin; eserleri bilinmeden kendisinin anlaşılamayacağı görüşü esas alınmıştır.",
Hoca, ilk cildinden itibaren "bütün bu edebiyat, tür ve akımlarını, Batı örneklerine kıyas ederek anlatırken "Orhun Yazıtları"ndan günümüze kadarki bütün Türk Edebiyatı mahsullerini dikkate alan bir eser hazırladığının şuurundadır. Eserinin sadece liseli ve üniversiteli gençliğe değil başka mesleklerdeki okumuş ve aydınlara da hitap etmesini istemektedir. "Çağlar boyunca Türk edebiyatının antolojisi olma niteliği" eseri, biraz da böyle bir ihtiyacın göstergesi yapan tarafıdır.
İlk ciltte türler, akımlar, milli, Batılı ve Doğulu örnekleriyle tanıtıldıktan sonra ikinci cilde Destanlar çağından başlanır, on dokuzuncu yüzyıla kadar Tasavvuf, Divan ve Halk Edebiyatımızın zenginlikleri, Alper Tunga'dan Yesevi hikmetlerine, Yunus ilahilerine, Fuzuli' den Şeyh Galib 'e, Dadaloğlu ve Emrah'a kadar gelinir.
Her bölümün sonunda, her baskıda yeni ilavelerle desteklenen "kaynaklar" listesi ve zor tarihi metinlerin hemen yanı başında günümüz Türkçesiyle aktarılmış örnekleri vardır.
Okuyucu için zorlukları olan Divan şiiri "biçim ve muhteva özellikleri, mecaz örgüleri, edebi sanatları, başlıca temaları, dünya görüşleri, mitologya ve ilham kaynakları, ünlü timsal ve meselleri" tanıtılarak ön bilgiler verilmiştir.
Üçüncü cilt ise Tanzimat, Servet-i Fünun ve Milli Edebiyata ayrılmıştır. Yeni edebiyat diyebileceğimiz 1840-1940 arası bu bir asırlık dönem edebiyatımızın hem Batı'ya hem kendine yeni bir anlayışla yönelişinin, Türkçenin doğrulup toparlanmasının ve yeniden şahlanışının edebi macerasıdır. "Yeni bir medeniyetin eşiğinde" krizlerden, bunalışlardan tekrar Türk'e döndüğü bu asır, türde, şekilde ve muhtevada en renkli dönemdir. Namık Kemal'den Fikret'e, Ziya Paşa'dan Akif'e, Halit Ziya'dan Yahya Kemal'e, Hamid'den Ziya Gökalp'e ve Ömer Seyfettin'e kadar yüzlerce yeni ismin ortaya çıktığı, 1940 sonrası daha da hareketlenen ve gerilen fikir ve edebiyat dünyamızın kendine yeni zeminler kurduğu, gazete ve dergilerin hayatımıza girdiği bambaşka ufuklara hazırlandığımız, siyasette çalkantılar yaşarken, fikir ve edebiyatta gruplaşmaların, ekollerin oluştuğu yıllardır. Kabaklı Hoca eserinde; özellikle bu dönemlerin politik ve sosyal olaylarına, Batı'dan gelen veya bizde doğan sanat akımlarına, fikir hareketlerine ve sanatçıların bu akımlar, değişmeler ve fikirler karşısındaki tutumlarına önem vermiştir." Üçüncü cildin de tamamlanışıyla eserin büyük ilgi görerek kısa zamanda yeni baskıya ihtiyaç duyulması üzerine sevincini ikinci baskı önsözünde şu satırlarla anlatır:
"Edebiyat öğretmenliğini sevgili meslek edinmişim, iyi hoş; fakat ben yurdumun bin yerinde ve bin yıl öğretmen olsaydım yine de böyle her sınıfa girebilir, her isteyene açılır mıydım? Kısacası bu kitabın sağladığını sağlayabilir miydim? .İltifatların en temizleri ve iyi niyetlerin şahanesi ile karşılanan bu naçiz eserin yazıcısı da elbet duygusuz kalmadı."
Kitabın her üç cildini yeni baskılarda baştan sona gözden geçirerek değiştirir, adeta yeniden yazar, ekleme ve çıkarmalar yapar. Basındaki tenkit ve tanıtma yazılarını dikkate alarak çalışır. Hoca'nın ifadesiyle " .çok emek mahsulü bu ömür kitabın" dördüncü ve beşinci ciltleri 1940 sonrası " Yeni Edebiyat"a ayrılmıştır. Dördüncüsü şiire, beşincisi nesre mahsus sayılmıştır.
Yeni düzenlemeye karar verdiği sekizinci baskının çıktığı, 1989'dan 1991 yılına kadar yoğun bir çalışmaya giren Hoca, Tanzimat Edebiyatı'nı ikinci cilde dahil ederken üçüncü cilde Servet-i Funun ve Milli edebiyat, Cumhuriyet'in ilk döneminin yanı sıra Azerbaycan başta olmak üzere Türk Dünyası'ndan örnekleri de alır.
Dördüncü ciltte 1930-1940 sonrası yeni şiir hareketlerine, beşinci ciltte de aynı dönemin nesirleri, fikir hareketleriyle birlikte yer verirken " objektif yargılar ortaya koymayı esas tutmuşuz. Aksi halde bu "edebiyat tarihi" incelemelerimizin bir ansiklopedi düzenlemekten farkı olmayabilirdi" diyerek yirmi beş-otuz yıl önce başlayan çalışmanın ulaştığı iddiayı ortaya koyar.
İdeolojiye değil esere ve dile, üsluba dikkat edildiğini hatırlatır, "Böyle bir Edebiyat Tarihi- Tenkit eseri meydana getirmekte tek olduğumuz söylenebilir." hükmünü "tenkit ve değerlendirme eseri" dengesiyle açarak başlarda belirttiğimiz iddiasızlığa otuz yılın kemaliyle farklı bir boyut getirir.
Hoca yetmiş yaşlarına yakındır. Türkiye'nin ve Türk dünyasının tanıdığı, fikirleriyle, eserleriyle, çalışmalarındaki mükemmele gidişle adı sembolleşmiş bir şahsiyettir. Hükümlerindeki fark, ilmi çalışmalarda güvenilir kaynak olma seviyesindedir.
Otuz beş yılda on baskı, vefatından sonra da yirmi yıl içinde yedi baskı yapan eser, kendisinin de ifade ettiği üzere "hemen hemen iki nesle edebi zevk, bilgi ve sevgi kaynağı" olmuştur. Ancak Hoca, indeks olarak tasarladığı altıncı cilt yerine son elli yılın deneme, tenkit, hatıra, röportaj, makale, fıkra, seyahat yazılarını ve yazarlarını düşünüyordu. Benim de şahit olduğum ve birlikte çalışacağımı gururla ifade ettiğim bu cilt ile ilgili malzemeler ne yazık ki evrakları arasında yarımdır. Zaten vefatından sonraki baskı üniversiteden bir heyetin de katılımıyla kaynaklar ve yeni bilgiler ilavesiyle yayınlanmıştır. Bu türler-örnekler-dizin cildi onun eser için vasiyeti sayılabilir diye düşünmekteyim.
Ahmet Kabaklı' nın Türk Edebiyatı adıyla kütüphanemizin klasikleri arasına giren eseri, edebiyat sahasında son yarım asrın en önemli başvuru kitaplarından biridir. Neden? Yazarına güvenilmiştir. Onun seçim ve hükümlerindeki insaf ve isabet beğenilmiştir. Eserin dili, yaşayan Türkçedir. Eski ve yeni endişesine düşülmeyen dilde makul yol, orta yol, yani halkın tercihleri dikkate alınmıştır. Zaten dil tartışmalarında Kabaklı Hoca ve arkadaşlarının mücadelesini kırk yıl sürdürdüğü "Yaşayan Türkçe" idealindeki haklılık da zaman içinde ortaya çıkmıştır.
Eserde objektif davranılmıştır, siyasi saplantılar ve tavır alışlar söz konusu değildir. Millilikten taviz verilmeden, fikir ve sanat hareketleri örneklerle tanıtılmıştır. Seçilen metinler ferdi zevklere hitap edebilecek özellikte pratik ve açıklamalıdır. Bilgiler esrarengiz ve tatsız bir kapalılığa kurban edilmemiştir. Ortalama bir aydın veya memleket evladı bu dört bin sayfanın her bölümünü rahatlıkla okur ve anlar. Zaten yazar olarak onun en hoşuna giden, yediden yetmişe kadar herkese hitap edebilmekti. Esnaftan ev hanımına, çocuktan ihtiyara kadar herkesçe okunabilmek, Hoca'nın en önemli zevk ve iftiharıydı.
Bir edebiyat tarihi ve tenkit eserinde bulunması gereken bilgiler, hükümler, örnekler ve karşılaştırmalı değerlendirmeler, kaynaklarıyla birlikte bu kitabın mümeyyiz vasfını temsil etmektedir.
Ahmet Kabaklı' nın hocaları arasında Fuat Köprülü, Reşit Rahmeti Arat, Ali Nihat Tarlan, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Kaplan, Ahmet Caferoğlu ve Cemil Meriç'in olduğu unutulmamalıdır. Çağdaşları ve arkadaşları arasında Nihad Sami Banarlı, Muharrem Ergin, Orhan Şaik Gökyay, Faruk Kadri Timurtaş, İbrahim Kefasoğlu, Samiha Ayverdi, Tahsin Banguoğlu, Necmettin Hacıeminoğlu, Orhan Okay, Kaya Bilgegil, Faruk Sümer ve Erol Güngör. gibi devrin ve son elli yılın ilim, fikir adamları olduğu düşünülürse, Arif Nihat Asya ve Necip Fazıl'la yakından görüşüp tanıştıkları, Yahya Kemal'den iltifat gördüğü de dikkate alınırsa Kabaklı Hoca'nın nasıl bir edebi-fikri muhit içinde yetiştiği daha iyi anlaşılabilir.
Türk Edebiyatı, sadece masa başında hazırlanan teorik bir eser değildir. Türk Edebiyatı kitabını yazan Kabaklı Hoca, Harput'ta doğan, devletin kanatları altında okuyup İstanbul'a gelen, ilim—irfan tahsil eden, 40 yıllık edebiyat öğretmenliğini Diyarbakır-Aydın-İstanbul üçgeninde olgunlaştıran, önce Avrupa'yı sonra dünyanın birçok yerini gezip gören, nihayet hasret kaldığı Türk Dünyası coğrafyasına giden, Köktürk Yazıtları'nın beşiği Orhun Irmağı kıyısında gözü ve gönlü şenlenen, kırk yıl Tercüman ve Türkiye gazetelerinde aralıksız günlük yazılar yazan istisnai bir şahsiyettir. Kabaklı Hoca'nın eseri daha iyileri yazılana kadar alanında çok faydalı ve hayırlı bir vazife yapmıştır, yapmaktadır. Belki, tasarladığı "altıncı veya yedinci metinler ve dizin ciltleri" teknik imkanlarla beşinci cilde CD olarak ilave edilebilir diye düşünmekteyim.
Vefatının yirminci yılında Sevgili Hocamı rahmetle yad ederken, memleketin ona ne kadar ihtiyacı olduğunu -hüzünle- düşünüyorum. Memleketin şu çorak ve tatsız fikir hayatına bakıyorum da" Bu on yılda olup bitenler için acaba Kabaklı Hoca neler düşünür ve yazardı?" diye sormaktan kendimi alamıyorum. Ruhu şad olsun.