Ahlâk, gayedir.

TÜRK SİYASETİNDE AHLAKIN VAHİM DURUMU Bugün, incelemek maksadıyla Türk siyasetinin genel manzarasına bakınca, göze ilk çarpan, ahlak eksikliği oluyor. Söylenen sözlere, takınılan edalara, karşılıklı konuşmalara, yazılan yazılara; siyaseti meydana getiren her parçaya tek tek bakıldığında, orada mutlaka bir ahlaksızlık, ahlaki değerlerden uzaklık beliriyor. Türk siyaseti gayriahlaki bir çehreye bürünmüştür. Birtakım torpiller, kayırmalar olmadan önce hayatta hiçbir mevkii edinemeyen, evvelki yaşamlarında sokak köşelerinde birbirlerine ağır küfürler ederek eğlenen insanlar, başta Gazi Türkiye Büyük Millet Meclisi olmak üzere, Türk siyasetinin her alanında yer bulmuştur. Düşüncelerini hakaret dolu cümlelerle ifade eden, hoşgörüyü karakterinin bir parçası haline getirecek bir insanlık terbiyesinden geçmeyen, rüşvet alan, adam kayıran, nüfuzunu kullanan. hepsi güncel siyaset sahnemizde bir aktördür. Kalitesi üniversite kadar yüksek olması gereken alanlar, ganyan bayilerinin seviyesi altına inmiştir. Heyhat, bedbaht kadere yan. Bir milletin ilk gereğinin ahlak olduğu tezi, günümüze kadarki filozofların, düşünürlerin büyük çoğunluğunun hemfikir olduğu bir konudur. Bu tez, ''Ahlak, milletin yapı taşıdır.'' olarak sloganlaşmış ve her çevreden kabul görmüştür. Bu konuya ilişkin, fikir insanı Hüseyin Nihal Atsız, ahlakın; ordu, bilgi, teşkilat gibi asli unsurlardan dahi önce geldiğini ifade etmiştir. Ahlakın şiar olduğundan yola çıkarsak, amaç ahlaklı bir toplum yaratmak ve mevcut ahlak seviyesini gittikçe yükseltmek olacaktır. Böyle bir amacın benimsendiği takdirde de yüksek ahlaki değerlere sahip olmayan kişilerin yönetici konumunda olması şakada dahi makul olmaz. Siyasetçiler, milleti yöneten, yönetmeye aday olan ve temsil eden kişilerdir. Bu yüzden her siyasetçinin, mutlak surette bir alanda iyi bir tahsil-terbiyeden geçip uzmanlaşmış; kamu yönetimi, tarih, edebiyat, sosyoloji, sosyal psikoloji ve felsefe gibi alanlarda okumalar yapmış olması zorunluluğu vardır. Bu niteliklerle donanmamış kişilerin yüksek makamlarda oturması toplum için cinayettir. Politikacılar konuşmalarıyla, üsluplarıyla, kelimeleriyle, fikirleriyle ve eylemleriyle aydınlık saçabilmelidir. Çözüm üretemeyen, sokak serserilerine özgü edalarla bağırıp kavga eden politikacılar, milletin huzurunu bozmaktan ve aralarına nifak tohumu ekmekten başka bir sonuç doğurmazlar. Böyle bir adam politikacı olmanın gereklerinden mahrum olduğu gibi adam olmanın gereklerinden de mahrumdur. Birtakım siyasi profiller, hamasi beyanlarla, anlamsız meydan okumalarla milletin gönlünde ebedi yer edeceğini zannediyorlar, yanılıyorlar: Aristoteles, İskender'e şöyle yazmıştır: "İnsanların sende hayran olacakları şey ileri görüşlülük ve büyük gayelerdir. Sende sevecekleri şey ise tevazu ve yumuşak başlılıktır. Sen bu ikisini birleştir ki insanların hem sevgisini hem de hayranlığını kazanabilesin. " uymayanlar, günün insanı olurlar belki de birkaç saatin. Gönül bu şekilde kazanılır gönül kazanmasını bilmeyenlere de Mevlana'nın diliyle seslenelim: ''Bir gönül kazanmak gelmiyorsa elinden, bari bir gönül yıkılmasın dilinden.'' Bir haylidir, Türkiye'nin iklimini oluşturan hoyrat, ayrıştırıcı, kışkırtıcı siyaset anlayışı sonucu, toplumun üzerine hoşgörüsüzlük, mutsuzluk, suça eğilim, güvensizlik, yarınlara umutsuzluk, çürümüşlük bulutları çöktü. Toplumda var olan birlik ve beraberlik duygusu zarar gördü; iki karşıt görüşlü komşu birbirine selam vermez, çocukları birlikte oynayamaz oldu. Liselerde gençler eğitimi unutup, parti kavgaları yüzünden sıra arkadaşına saldırır oldu. Vatandaşlar arasında oluşan en ufak anlaşmazlıkta yumruklar, bıçaklar, silahlar kullanılmaya başlandı. Örneğin, kutsal camiimizin mihrabından çok değerli sağlık çalışanlarını hedef alarak: ''Sen olsan öldürmez misin bunları?'' diyerek, halkı kin ve nefrete yönelten imam kisveli papaz, siyaset sahnesine hakim olan iklimin mahsulüdür. Siyasete nezaket şarttır; aksi taktirde, mevcut tabloda görüldüğü üzere toplum için sakat profiller artacaktır. Bazı milletvekilleri var ki ağzından birkaç cümle döküldüğünde, o milletvekilinin, ömründe tek bir kitap okumamış, birkaç şiir ezberlememiş, bir konu üzerinde hiç araştırma yapmamış olduğu hemen anlaşılıyor. Evinde küçük bir kitaplık bile yoktur böylelerinin, kitapsızdır bunlar. Biraz teferruatıyla tek bir Türk muharebesini bile bilmezler. Kosova, Niğbolu, Sakarya; Atilla, Timur, Fatih, Atatürk yabancıdır bunlara. Ne yapılır ki böyle bir şahsiyetle; devlet mi yönetilir, kanun mu yapılır, siyaset mi tartışılır, hangisi? Hiçbirisi. Çay bile içilmez böylesiyle. 18. yy. sosyetesinin çok tanınan isimlerinden Juliette Recamier, vaktiyle Türklerden söz ederken: ''Onların uşakları bile efendi.'' diyordu. Evet, uşaklarımız bile efendidir fakat yozlaştırılmamak şartıyla. Uşaklarımız efendi, birtakım politikacılar ise onların uşağı olmaya bile layık değil. Bu tabloyu ortaya ben çıkartmadım. Siyasette beceri ve fazilet değil, yalakalık ve sadakati esas alanlar çıkarttı. Kaybettiğimiz her değer bundan ötürüdür. İki değerli söz edemeyecek kabiliyette kişiler karar mercilerinde bulununca, tabii olarak geriliyor ve kaybediyoruz... Peygamber buyruğudur: kıyamet günü ona en yakın olacak olan, ahlakı en güzel olandır.