“Sağlıklı nesiller sağlıklı anne babalardan doğarlar.”
“Acıkan çocuk doyurulmalıdır” diyen 1924 Cenevre Çocuk Hakları Bildirgesini Türkiye adına Mustafa Kemal imzalamıştı.
Biz ise sağlıklı ve dengeli beslenmenin kıymetini ancak son yıllarda, beslenmeye bağlı sağlık sorunlarının artmasıyla anlamaya başladık.
Halbuki bu ülkede cumhuriyetin ışık saçan kadınlarından biri, yaşamını yalnızca çocukların değil, tüm halkın yeterli ve dengeli beslenmesine adamıştı.
O bilim kadınının adı Profesör Ayşe BAYSAL’dır.
Evet, evet. “Mercimek yemeyi” öneren beslenme uzmanı.
Ayşe Baysal, 1930 yılında Karaman - Sarıveliler ilçesine bağlı, ilçe merkezine katırlarla 5-6 saatte gidilen, kışın yolları kardan kapanan, erkeklerinin kış aylarında Alanya, Antalya, Mersin ve hatta İzmir’e ameleliğe gittiği, her ailenin ancak bir-iki dönüm arazi veya bağ bahçeye sahip olduğu yoksul Uğurlu Köyü'nde dünyaya gelmiş.
Yıllar sonra çocukluğunu şöyle anlatacaktı :
“Annem emziremeyecek kadar hasta olduğu için ablam beni, çavdar ununa pekmez katarak yaptığı helvayla beslemiş. Böyle beslenen çocuklar çok kaka yaparmış. Bu kadar kakaya ne bez yetişir; ne de o bezleri yıkayacak zaman var. Beni "silbiçli beşik"e koymuşlar; ortasında lazımlık gibi bir oyuğu olan beşik düşünün; beşiğe yatırılan çocuğun da kakasını o oyuktan yapabilmesi için poposunun oraya denk getirildiği ve sıkıca bağlandığını düşünün. İşte benim bebekliğimi görmektesiniz.
Çalışmaya kaç yaşında başladığımı anımsamıyorum, fakat okula başlamadan önce işe başladım diyebilirim. İlk işim ahırdan odun taşımak, ev süpürmek, bulaşık yıkamak ve köy çeşmesinden testi, bakraç, güğüm ve kabakla su taşımaktı.
İlkokul zorunlu olduğu için ablamın yerine benim gibi "daha az işe yarayanı" okula yazdırdılar. Bu hep böyle gitti. İlkokulu bitirdiğimde, Köy Enstitüleri kurulalı beş yıl olmuştu.
Köyümüzdeki varlıklı akrabalarımızdan Ese dayı, oğlu Mehmet’i Köy Enstitüsü’ne gönderecekti; istekli çok olduğu için, yanında bir kız öğrenci getireni sınavsız alıyorlardı. Babamda da kız çocuk çoktu. Ailem okumam konusuna hiç aldırmıyordu. Bir yandan da kötü bir taassubun baskısı altındaydılar; kızlarını gönderirlerse kötü insan olabilir korkusu vardı. Babam Ese dayının babasından çok çekinir; her söylediğini yapardı. Çok baskı yaptılar; sonunda temel kuralı “Kimseye muhtaç olmayacaksın el açmayacaksın” olan annem, zaten “daha az işe yarayan” olduğum için beni gözden çıkardı. İvriz Köy Enstitüsü’ne, akrabamız Mehmet ile birlikte beni gönderdiler; iyi ki de gönderdiler. Kurtuldum.”
İvriz Köy Enstitüsü'nü 1950 yılında birincilikle bitirdi.
Yükseköğrenimini 1954'de Ankara Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu'nda tamamladı.
Meslek yaşamına Trabzon Beşikdüzü Kız Okulu'nda öğretmen olarak başladı.
Amerikan Ev Ekonomisi Derneği'nin bursunu kazanarak 1960 yılında ABD'ne giden Ayşe Baysal, 1961'de lisans, 1962'de de Besin ve Beslenme dalında bilim uzmanlığı derecelerini aldı ve aynı yıl yurda döndü.
Vatana olan borcunu şöyle dile getirmişti:
"Köylünün % 80'i okuryazar değildi. Köylünün toptan aydınlığa kavuşturulması için, ilk olarak köy eğitmenleri kursları, köy öğretmen okulları gibi denemeler 1937-1940 yılları arasında yapıldı. Bunun da köylünün aydınlanmasına yetmeyeceği kısa zamanda anlaşıldı. 1940 yılında çıkarılan yasa ile Köy Enstitüleri kuruldu. İkinci Dünya Savaşı yılları, Türkiye'nin en çok kıtlık çektiği, kaynak sıkıntısı içinde olduğu yıllardı. Türkiye bir yandan savunma çabasını sürdürüyor; bir yandan da cehaletle başa çıkmaya çalışıyordu. Bu nedenle, Köy Enstitüleri, devlete mali yük getirmeden, kendi binalarını kendileri yapmak, yiyeceklerinin bir bölümünü kendileri üretmek zorundaydılar. Yaparak, yaşayarak öğrenmek esastı Köy Enstitüleri'nde. Bu koşullarda yetişen eğitim önderlerinin, köylerde yalnızca öğretmenlik değil, aynı zamanda toplum kalkınmasında da köylüye örnek olması, önderlik yapması bekleniyordu. Biz böyle yetiştik; bize bu olanağı sağlayanlara da borcumuzun ne olduğunu hep bildik." (Silbiçli Beşik)
1958-1960 yılları arasında stajyer öğrencilerle birlikte Manisa’nın Soma, Saruhan ve Salihli’nin köylerinde yaşayarak eğitim-öğretim ilkesi kapsamında yaptıklarını şöyle ifade eder:
- Sağılan inek sütlerinin üzeri sinek kaynıyordu. Bu da yaygın çocukishallerine yol açıyordu. Onlara “tel dolabı” öğrettim.
- Doğru dürüst bulaşık yıkamayı ve yıkandıktan sonra bulaşıkların yükseğe konulmasını öğrettim.
- Fırınlarda kek, kurabiye yapmayı öğrettim.
- Giyime önem verdik. Dikiş makinalarını zeytinyağı ile yağladıkları için bozulmuştu. Onlara ince makine yağı getirdim ve makinelerini yağlayarak çalıştırdım.
- Hela yapımını öğrettik.
Nereden nereye?
Cumhuriyet’in kurucuları ne düşlediyse, “silbiçli beşik”te büyüyen Prof.Dr.Ayşe Baysal o yönde yürüdü.
“Silbiçli beşik” metaforu, aynı zamanda “Cumhuriyet Türkiyesi’nin nereden nereye geldiğinin de anlatımıdır.
2016 yılında aramızdan bedenen ayrılan Ayşe Baysal'ın mezarı, Ankara'nın Gölbaşı ilçesi Taşpınar Köyündedir.
Bir kez daha “Nereden nereye?” diye soralım.
Ve cevabı zamanın Hıfzıssıhha Okul Müdürü, Nusret Fişek versin.
Nusret FİŞEK, 1966 yılında okul müdürlüğünden ayrılırken yaptığı veda konuşmasında, adeta 2002 yılından itibaren ülkemde yapılmak istenenleri tahmin etmiş gibi, şu ifadeleri kullanmış:
“Akan dereyi geri çevirmeye çalışıyorlar. Dere, önüne konulan bentlerle bir süre için durdurulabilir; fakat günün birinde sular o bentleri yıkarak yolunu devam eder. Çağdaşlığa giden bilim yolu da böyledir. Dogmalarla bilim yolu bir süre kapatılabilir. Fakat bu geçicidir.”
Nusret öğretmenim ! Seninle aynı fikirde, Ayşe Baysal ile aynı azimdeyim.
Ve umudumu asla kaybetmedim.
6.5.2025 Çorlu