PRİNKİPOS

Büyükadayı ilk defa 4 sene önce gördüm. Tek kelime ile büyülendim diyebilirim. Adaya giden gemiye bindiğimizde güverte de bir yandan martıları beslerken, bir yandan kız kulesini selamladım. Adaya gitmeden önce biraz araştırma yapmıştım. Büyükada Prens adaları içerisinde en görkemli olanıymış. Tarih boyunca Rum ve Türk kültürlerinin özelliklerini harmanlamış. Eski adı Prinkipos olan Büyükada iki tepenin arasında kalmış yeşillikler içerisinde, huzuru ile büyüleyen bir yerleşim yeri; yaz kış yerli yabancı turistler akın etmekte. Ben ilk gittiğimde sonbahar ayıydı ve hafta içiydi. O yüzden çok sakin ve huzurlu bir gün geçirdim. Bu güzelliği tekrar yaşamak istediğimde ne oldu dersiniz? O güzelim ada Arap turistlerin istilasına uğramış gibiydi. Gemiye bindiğimde oturmayı bırak ayakta duracak yeri zor buldum. Nerde martıları simitle beslemek... Zar zor gemiden inmeyi başardığımda limanda oturacak boş cafe bulamadım. İkinci dikkat çekici detay ise 4 sene önceki İngilizce tabelalar tamamen Arapçaya dönmüş. Esnaf Türklerden çok Arap turistlere ilgi gösteriyor, oturma yerlerinde öncelik Arapların. Bir an yanlış yere mi geldim diye düşündüm. 4 sene içerisinde bu kadar değişim çok fazla, kendi ülkemde kendimi yabancı hissettim. Ben Adayı yürüyerek veya bisikletle gezme taraftarıyım. O zavallı faytonlarda ki atların o sıcakta hiç dinlendirilmeden nasıl koşturulduklarını gördükçe kesinlikle faytona binmeme kararı aldım. Adadaki rehberlere soracak olsanız gezilecek yerler neresi diye, sırasıyla; Aya Yorgi kilisesi, Rum Yetimhanesi, Reşat Nuri Güntekin´ in evi, Müslüman mezarlığı, Rum Ortodoks mezarlığı, Meryem ana kilisesi, Hamidiye Cami, Adakule ve Adalar müzesi olarak söyleyeceklerdir. Bana sorarsanız görülmeye değer tek yer sahilden 3 km yukarı yürüyerek çıkabileceğiniz Aya Yorgi Kilisesidir. Yürüme yolu gayet güzel, etraftaki muhteşem yalıları seyrederek ve burada yaşamış insanlar ve yaşanmış hayatlar hakkında fikir yürüterek yürümek yorucu olduğu kadar zevkli de... Zor olan kısım kiliseye az bir mesafe kala yolun Arnavut kaldırımınla döşenmiş olması. Hava da sıcaksa eğer yandınız, mecazi anlamda söylemiyorum gerçekten yanıyorsunuz, güneş kremlerinizi bol bol sürünün. Tepeye tırmanırken yolun başından başlayarak kiliseye kadar uzatılmış ipler görebilirsiniz. Ortodoks inancına göre dua ederek yukarıya çıkarsanız yarı hacı sayılıyorsunuz. Zaten yürümekten başka şansınız da yok, büyük meydandan yukarıya faytonlar çıkmıyor. Tepeye ulaştığınızda göreceğiniz manzara bütün bu yorgunluğunuza değer. Gözünüze ilk çarpan dilek ağacı olacak. Oraya kadar çıkmışken bir çaput bağlamadan inmekte olmaz. Umut dünyası. Çaput bulamadığım için pet şişenin kâğıdını bağladım sonucu hala beklemekteyim. Kiliseye gelince ilk dikkatimi çeken bizim Müslüman hanımların camilerimize girerken göstermedikleri saygıyı kiliseye girerken göstermeleri. Boyunlarındaki fularları bile başlarına bağladılar. Bir saygı, bir saygı... Kilisenin içinde nefes almaya bile korkacaklar neredeyse. Bizim camilerimizde vızır vızır konuşan onlar değilmiş gibi. Aya Yorgi kilisesi ilk olarak 1751 yılında küçük bir kilise olarak inşa edilmiş uzun yıllar manastır olarak da hizmet vermiş. Ortodoks inancında oldukça önem taşıyor. Aya Yorgi de 23 Nisan - 24 Eylül tarihleri arasında dua ediliyor. İnançlarına göre eğer dileğiniz kabul olursa zeytinyağı alarak kiliseye bağışlamanız gerekiyormuş. Ben yaşadığım ülke sebebiyle bol, bol kilise gördüğüm için çok farklı bir yer gibi gelmedi, asıl hoşuma giden tepeden adanın kuş bakışı görünümüydü. Bir yanda yeşillikler içinde konaklar, deniz, maviyle yeşilin görsel bir şöleniydi. Geriye dönüşte ancak büyük meydana kadar dayanabildim. Utanarak söylüyorum o kadar yoruldum ki faytona binmek zorunda kaldım. Hala suçluluk hissediyorum. Bence İstanbul belediyesi buna bir an önce çözüm bulması gerekiyor. Motorlu küçük araçlar kullanılabilir, böylelikle hayvanlara eziyet ortadan kalkmış olur. Şunu da eklemek istiyorum Büyükadaya gidip gezdiğinizde daha sonraki zamanlarda adadan bahsedildiğinde aklınıza ilk gelecek olan şey at pisliğinin kokusu. Bütün adaya yayılmış durumda, bu da adanın özelliği olsa gerek. İtiraf etmeliyim ki adada bulunan, tarih kokan, kamelyalı çiçekler içinde konumlanmış eski konaklardan birinde yaşamak istemiyor da değilim hani.