Yahya Kaptan' nın dörtgözle beklenen Tekirdağ mahreçli yazılarından biri daha... (Paylaşımından alıntı)

"Kuş yuvada gördüğünü işlermiş."

"Bülbülü altın kafese koymuşlar, ah! vatanım demiş."

"İnsan ne yerse o kokar, ne okursa onu konuşur, ne bilirse onu söyler, kimi ve nereyi severse kalbi o kadarmış."

***

Benim bildiklerim, söylediklerim, özlediklerim çocukluğumun Tekirdağ'ından kalan tatları, kokuları ve sesleridir.

Çünkü biliyorum ki; "Bir insanın anavatanı mutlu çocukluğudur."

O zamanlar "çocukluğun sokakta, aşkların; yüreğin en mahrem derinliklerinde yaşandığı" şehirdi Tekirdağ..

Meselâ: Tekirdağ'ın nüfusu 20 binlerle ifade edilirken; bir Belediye bandomuz vardı.

Bandoda adını bilmediğimiz, öğrensek de telaffuzda zorlanacağımız enstrümanlar vardı, daha önemlisi de bunları çalacak müzisyenler vardı. Nüfus on kat arttı ama Tekirdağ'da böyle bir bandomuz var mıdır?

Bandonun önündeki vakur yürüyüşüyle Saip amcanın ayni zamanda, nefesli sazlarda ülke çapında iyi bir müzisyen olduğu hep anlatılırdı.

Ya o yılları yaşayıp da o bandoyla ilgili hatıraları olmayan, bandoda yakını olmayan var mıdır?

Yoktur!. Çünkü hepimiz çok geniş bir ailenin mensuplarıydık.

Ana-babalarımız dışında "komşu anne-komşu baba, ahret anne-ahret baba" çokluğu içinde öksüz ve yetimlerin de sarıp sarmalandığı, büyük bir aileydik.

Bu günkü apartman bolluğunda yol kenarlarında akasya, akasyada serçe cıvıltısı saçakta kırlangıç sesi, evlerin önünde asma ve asmada Misket üzümü kalmış mıdır?..

Ya, Arap Safinaz teyzenin aralık penceresinden bir ut taksimi hanımeli kokusuna karışır mı?..

O muhteşem rayihasıyla hanımeli bulabilirsiniz ama, artık Safinaz hanımı bulamazsınız.

Akümülatör ustası merhum Saim Işıkeş'in tiyatro sahnesindeki repliklerini hatırlayan kalmış mıdır?

Saim usta yoksa da ustasıyla gurur duyan Saffet Acat; Saim ustadan aldığı ilhamla başka bir kulvarda emek ve hizmet vermektedir.

Kaç kişi kaldık şunun şurasında baterist Halim'in "yih-huu" narasını hatırlayan?..

Merhum Halim ağabey terziydi, saksafon çalan kardeşi Halit de berber..

Hani, insanın aile geleneği olarak ut, cümbüş, bağlama nev'i bir müzik aleti çalmasını anlayabilirim. Ama bateri ve saksafonla adeta devrinin ilerisinde yaşamak. Hatırladığım altmış sene öncesine ait ve biz o senelerde Tekirdağ insanları olarak Türkiye kültür ortalamasının üzerindeymişiz.

***

Goli Mustafa'nın nüktelerine top gibi patlayan kahkahalar gök kubbede dururlar mı?..

Kara bayırda gazozcu Ahmet-Mehmet Güral biraderlerin dağıtım yapan beygir arabasının, taş döşeli yolda nal ve tekerlek sesine karışan şişelerinin billur şıngırtılı sesi acaba kulağımızda yankılanır mı?

Koreli Şaban'ın tebessümle dinlediğimiz kafiyeli reklam spotları,

"Mart ayı, dert ayı

Al bir bilet bul parayı"

hatırlanır mı?..

Makaracı Yaşar'ın çıngırağı..

Tatavla'da marangoz Erdinç Bulut'un kanununa eşlik eden tüfekçi Mustafa'nın kemanı hatırlanır mı?

Sakız gibi bembeyaz önlüğü, her daim kravatlı, tanımasanız; operatör doktor, önlüğü çıkarıp sokakta gördüğünüzde diplomat sanacağınız rahmetli berber Faruk Özvardar'ın elinde çay bardağını ve bardakta çay süsü verdiği şarabı "bu da suudu be ya" nakaratı ile, mezesi çay kaşığı şıngırtısından ibaret olan fasıldan geriye ne kalmıştır?

Paçacı Veysel'in "işkembee-paçaa" diye uzattığı narasına, eşeği Naciye'nin ritim tutan nal tıkırtıları.

Ya haftada bir gün pazarın kurulduğu perşembe günlerinin o ses curcunası...

Kasketinde, ceketinde, yüzlerce çengelli iğnesi, boynuna asılı tablasında sadece iğne çeşitleri ve lastik satan "yorgan dik, çarşaf dik, dik, dik, dik, kola-bele lastik" diye kendince uydurduğu bir melodiyle satış yapan, sürekli yüzü gülen şehrin yaşlı tek seyyar Yahudi esnafının o güleç yüzü ve satış sözleri benim halâ kulağımdadır da, bilmem başka hatırlayan çıkar mı?

Kömür pazarında pazar kurulduğunda en merkezi yerinde Kazandereli baharatçı Hayri Tunalı'nın "karabiber, tarçın" derken birden vaz geçip; "maya sakızı, Hint kınası" diye bağırması, omuzlarında el dokuması kilim heybeleri, güvez-mor ağırlıklı şalvarları, kar beyazı oyalı başörtüleri ve feraceleri tezgahın önünden geçen Karacakılavuz'lu kızlar içindir.

Hayri Tunalı'nın hemen yanında koz helva, susam helva ile yazları da ilave olarak sözde limonata! benzeri bir içecek satıcısı var.

İçinde limon dilimleri ile Kesmekaya sokaktaki buz fabrikası denilen yerden alınmış buz parçalarının olduğu toz içecek mamulünü satarken makamla söylediği, benim de hatırladıkça gülümsediğim o vezni bozuk, kafiyesi yarım yamalak sözler;

"Dereler derin olur,

Gölgeler serin olur,

Bu limondan içenin

Oh!.. yüreği ferah olur.

Pazarın geçiş yolu üstünde bir sandık limonu satmaya çalışan bıçkın limon satıcısının her satıcıyı bastıran sesiyle;

"Çaya çorbaya, doldur torbaya" çığlığı..

Genellikle Kırtasiyeci Nazım'la, Mavi köşe meyhanesi arkasındaki alanı mesken tutan "destan satıcısı" hoparlörü cızırtılı bir megafonla "kılıbıklar diploması" satıyordur.

Tekke çeşmesi dilenci kör Recep'ten sonra bakır tasta bozuk para tıkırtısı olmaksızın öksüz, Şabanoğlu çeşmesi çoktandır susuz.

Çok şükür Çiftlik önü şadırvanının şırıltısı yüreğimizi serinletse de; Pelvan Mustafa'dan sonra nargile fokurtusu da susmuştur.

Merhum bakkal Ayhan Ercilli ve Mümin hoca ya da yalancı Ahmet namıyla maruf Ahmet Karlıdağ'ın ardından bilmem oralarda gülmeye değer ne kalmıştır?

İnsanların iş, bağ-bahçe dönüşü oturdukları kahve önünde en cıvıl cıvıl olması gereken saatlerde Mandacı İbraam aganın dama sehpası etrafındakiler adeta nefeslerini tutmuş "sükutun nabzını dinlemektedir."

Ya o muhteşem poğaçaları yapan adamın, poğaçalarla hiç de mütenasip olmayan o bet sesini özler mi insan? Evet özler!.

''Bir insanın anavatanı çocukluğudur; çocukluğunu doya doya yaşayamamış bir insanın mutlu olması çok zordur."

Eğer böylesi bir çocukluk anavatanında! doğmuş, çocukluk ve ilk gençlik yaşamışsanız; bıçkın limoncuyu, Yahudi satıcıyı, destancıyı, marangoz Erdinç'in kanunu, Tüfekçi Mustafa'nın kemanını da, bet sesli poğaçacının sesi bile özledikleriniz arasında yer bulur.

Elbette her devrin ve neslin kendi güzellikleri vardır, ve olmaya da devam edecektir.

Ben yaşadığım eski güzellikler ve hatıralara saygısızlık etmemek için, başkalarının güzelliği olan yenilere mesafeliyim.

Siz buna isterseniz geçmişe sadakat, isterseniz vefa deyiniz..

Bana gelince; ben artık Sezen Aksu'nun bir şarkısında dediği gibi: "Lale devri çocuklarıyız biz, zamanımız geçmiş." faslındayım..

Sahi; benim çocukluğumun Tekirdağ'ından, birkaç kırık dökük hatıra, bir avuç hüzün, iki damla göz yaşından başka geriye ne kalmıştır?..

Selâm ve muhabbetle.

Yahya Kaptan