Ahmet ACAROĞLU

CEMRELER DÜŞERKEN Cemre, İlkbahar başlangıcında yedişer gün arayla; önce havada, sonra su ve toprakta oluştuğu sanılan sıcaklık artışı olarak bilinmektedir. Arapça olan sözcük kor durumunda ateş anlamına gelir. Yani bir anlamda baharın müjdecisi olarak da tanımlanabilir. Kış mevsiminin zorlu ikliminden sonra bahar adeta yeniden doğuş, taptaze yeni bir başlangıçtır. Bir ay sonra kutlayacağımız Nevruz artık kışa elveda, bahara, güneşli günlere merhaba dediğimiz tarihtir. Sosyal medyanın da en güncel paylaşımları şüphesiz cemreyle ilgili kutlamalardır.Kış mevsimi varsıl aileler için sorun olmak bir yana, kayak turizmi gibi aktiviteler nedeniyle hasretle beklenen günlerdir. Ama aynı şeyi yoksullar, garibanlar, kimsesizler için söyleyebilir miyiz? Hele bu salgın döneminde yaşanan ekonomik durgunluk, patlayan enflasyon, çığ gibi büyüyen işsizlik, paramızın değer kaybı ile artan yoksulluk, zaten zorlu geçen kış aylarını dert ayları haline getirmiştir. Hele petrol zamlarının da tetiklediği kömür, elektirik ve doğalgaz faturaları,market etiketleri milyonlarca aile için hayatı yaşanmaz hale getirmiştir. Elektrik dağıtım şirketleri kazançlarını katlarken, vatandaş neredeyse gaz lambasına ,odun kömür sobasına dönmeye başlamıştır. İktidar halkın feryadına karşılık -cek -cak' larla toplumu oyalamaktadır. Elektrikte tarife hokkabazlığına ne gerek var.Elektrik dağıtım şirketleri eskiden olduğu gibi derhal kamulaştırılmalıdır.Bütün alt yapı devlete aitken devletten kuruşla aldığını halka nasıl böylesine fahiş fiyatla satabiliyor bu dağıtım şirketleri?! Elektrik veya diğer enerji kaynakları modern hayatın ve sosyal yaşamın olmazsa olmazıdır. İsparta o karda kışta dört gün elektriksiz kaldı. Nerede özelleştirme yapılırken şirketlerin alt yapıyı yenileme taahhütleri. Şehir merkezlerinde hatlar yer altına alınacaktı. Alındı mı? Şehirler arası şebekede arızalarda devreye girmesi gereken alternatif hatlar inşa edildi mi? Kayıp kaçak bedelini, sayaç okuma bedelini niçin biz ödüyoruz yahu?! Nerde bu devlet diye haykırmayalım mı? Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul'daydım.Cemreyi yere düşürmeden havada yakaladım. Zaten düşeceği toprağı arasaydı bulamazdı İstanbul'da. Her yer beton azizim. Hava bulutluydu ve hafiften yağmur çiseliyordu Dersaadet'te. Buna rağmen trafik yoğun,caddeler kalabalıktı yine. Dolmabahçe Sarayı'nı gezdik ailece. Çocuklarım da görsün istedim.Osmanlı İmparatorluğunun ihtişamı ayan beyan gözümüzün önünde. Duraklama döneminde bir batılılaşma ,bir modernleşme çabası elbette. Herhalde onlar da itibardan tasarruf olmaz diye düşünmüşler ama korkunç kaderden kaçamamışız. Yüzlerce odası, binlerce maaşlı çalışanı olan saraylar. Abdülmecit'ten sonrakilere de yar olmamış. II.Abdülhamit evhamlı bir padişahtı.Öldürülme korkusuyla Yıldız Sarayını daha güvenli görerek orada yaşamıştı. Mustafa Kemal zaten şatafatı sevmiyordu. Sadece İstanbul'a geldiğinde burada kalıyor, yabancı devlet adamlarını ve misafirlerini burada ağırlıyordu. Ve tabiki son nefesini de burada vermişti. Yattığı oda ne kadar sade ve ne kadar küçük. Halbuki onca büyük işler yapmış,anti emperyalist bir mücadele ile bu aziz vatanı işgalden kurtarıp, bize bayrağımızın altında hür yaşayacağımız bir vatan bırakmışken. Yatağına yastığına dokunmak istedim. Son demlerinde hasta yatağından kalkıp penceresinden bakarken, rıhtıma yanaşmış gemiden "YAŞASIN CUMHURİYET" diye bağıran Harbiyeli gençlerin içinde olmak istedim. Aslında çocuklarımın bu mukayeseleri yapmasını ve bu ruhu orada yaşamalarını istedim. Onca olumsuzluğun yaşandığı ülkemde ATATÜRK düşüncesi yeni umutlar doğurdu içimde. Gönlüme düşen bir CEMRE gibi. Cemreler size, ülkeme, tüm insanlığa bolluk bereket getirsin in