Dağlarda güneşin doğuşunu yaşadınız mı hiç? Ya da gün batımındaki kızılın dansını seyrettiniz mi? Ben hem Palandöken’de, hem Erciyes ve Nemrut’ta yaşadım o eşsiz güzellikleri. Büyülendim adeta. Hele Kahta’nın daracık dağ yollarında, baş döndüren, yürek hoplatan o virajları , Formula yarışçılarını kıskandıracak hızla ve gözü kapalı geçen minibüs şoförünü unutmam mümkün değil.

Azami hız sınırlarını unutmuş, kırlangıçlar gibi uçuyorduk adeta. “Nedir bu telaşın, bu acelen kardeşim?” diye sormaktan kendimi alamamıştım.” Hocam” demişti , “gün batımına sizi yetiştirmek istiyorum. Nemrut’ta gün batımını yakalayamamışsanız hiç Nemrut’u gezdim demeyin. Yorgunluğunuza yazık.”

Son 15 dakikasına yetişmiştik. Güneş  gittikçe küçülüyor, bir basket topu gibi  sekerek zirveden zirveye koşuyordu. Nihayet ressamların tuvaline eşsiz ilhamlar bırakarak  közdeki son kıvılcım gibi akşamın rengiyle bizi baş başa bırakıp gitti. Seyrine doyum olmayan bir güzellikti. Kahta’lı şoför ne kadar haklıymış. Dağlar, ruhumuzda özgürlük duygusunu ateşlediği gibi, aynı zamanda aczimizi idrakimize çakan  mekanlar. O devasa tepelerde bir çakıl taşından farkı kalmıyor insanın. Hele o kızaran ufuklar, mağribi akşamlar.

Gün batımının insanın hayal ufuklarına inanılmaz ve unutulmaz güzellikler kattığı yerlerden birisi de denizlerdir, göllerdir. Birçoğumuzun albümünde denizin serin ve mavi sularında yıkanan ve kızıl ufuklarda saçlarını tarayarak bize veda eden bir gün batımı fotoğrafı mevcuttur. Sadece o anı yakalayabilmek için kumsalda demlenmiş sohbetlere kaç defa tanık olmuşumdur.

“Körfezdeki dalgın suya bir bak,

Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde

Mehtap, iri güller ve senin en güzel aksin,

Velhasıl o rüya duruyor yerli yerinde.”

 diyen şair gibi, sizin de kim bilir ne hatıralarınız canlanmıştır suları ve camları kızıla boyayan o gün batımında. Bazen bir duvar takviminde karşınıza çıkar ona benzer bir fotoğraf, bakar kalır, dalar gidersiniz. Kocaman bir ateş topu gibidir önce. Sonra yavaş yavaş suya iner,suda size kadar ulaşan ışıklı bir iz bırakır. Sanki birisi size ayna tutuyordur. Gözleriniz kamaşır. Bir balıkçı teknesi girer kadraja. Gözleriniz kamaşır bu güzellik karşısında. Su ateşini söndürdükçe küçülür güneş, bir portakal gibi  kaybolur serin sularda. Sular tutuşur, evlerin camlarında devam eder yangınlar. Bulutlar sefasını sürer biraz daha tüm kızıllığın. Yine kendinden geçer Ahmet Haşim..

“Akşam, yine akşam, yine akşam.

Bir sırma kemerdir suya baksam;

Üstümde sema kavs-i mutalsam!” 

Kırmızıya boyanmış gökyüzünü tılsımlı bir yaya benzetir şair. Saros Körfezi’nin neresinde bulunuyorsanız bulunun, ama gün batımında sahilde olun. Ufukta kırmızının renk cümbüşünü seyredin hayranlıkla. Tam “Edirne Kırmızısı”nı yakaladığınız anda deklanşöre basın. Yine tam ayırdında değilseniz kırmızının, Enez sahilinde Ceren Kitabevi’ne misafir olun dostlar. Sabriye Cemboluk hanımefendi orada. O anlatsın size Edirne kırmızısını. Kitabevi ve Cafe’nin sahibi  Şeref Kurtiş yayıncılık işini severek ve haz duyarak sürdürüyor. Yerel ve bölgesel bir çok yazarı ve eseri edebiyat dünyamıza kazandırmanın onurunu yaşıyor sevgili Şeref Bey.Son Talika ve Sabriye Cemboluk onun keşfidir.

Dün akşam beraber olduk. Sabriye Hanım, tarihi olayları edebiyatla harmanlayarak ve özgün biçimde yorumlayarak ,üstelik akıcı ve sürükleyici anlatımıyla okurların aradığı yazarlardan biri olmayı başardı. “SON TALİKA” tuğla kalınlığında bir kitap olmasına rağmen yedi sekiz baskıya ulaşmışsa ,bu her yazara nasip olacak bir başarı değildir. Yeni kitabı henüz raflarda yerini almadığı için son kitabı olarak nitelediğim” EDİRNE KIRMIZISI” romanı için her akşam Ceren Kitabevi’nde hem okurlarıyla sohbet ediyor, hem de kitabını imzalıyor. Onu daha yakından tanıma adına çok faydalı bir sohbet oldu.

“SON TALİKA” romanında katılmadığım bir yorum vardı. Onu da sordum kendisine. Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasının vebalini İttihatçılara yükleyip Türkçüleri suçlamak bence o kahramanlara yapılmış bir haksızlıktır. Bütün gayr-ı Müslümler, hatta Müslüman Arnavutlar bile baş kaldırmış, batılı devletlerin kışkırtmasıyla isyan başlatmışlardı. Biz hala Osmanlıcılık peşindeydik. Elbette onların da hataları vardı ama  kabul edelim ki İttihatçılar olmasaydı, Kuva-yı Milliyeciler olmazdı, biz Sevr’i parçalayamaz, Kurtuluş Savaşı’nı başaramaz, Lozan Barış Antlaşması’nı onlara kabul ettiremezdik.

Sabriye Cemboluk çok açık yürekli ve tartışmaya açık bir aydın.”İlk defa böyle bir eleştiri alıyorum. Ben tarihçi değilim.Tarihi olayları elimdeki belgelere göre yorumlayan bir sanatçıyım.” dedi. Keşke daha farklı kaynaklara ulaşmayı deneseydi diye geçirdim içimden. İnanıyorum ki o bölümdeki anlatımı daha farklı olurdu. Çünkü mübadele talihsizliği ve muhacirlerin yaşadığı eziyet ve sıkıntıları  anlatan çok eser yok elimizde.” Son Talika” romanı da yazarın diğer eserleri de bu açıdan çok önemlidir.

 Ama “EDİRNE KIRMIZISI” var ya. Bu rengin gizemini ve tarihsel yolculuğunu ben bile yeni öğrendim. O rengi şimdi daha çok seviyorum.Üç kuruş pahalı olsun, ille de kırmızı olsun. Biz Edirneliyiz, te o kadar.

...