Aşık Veysel'de toprak, bahar ve çiçek…

Türk Halk Edebiyatının yirminci asırdaki en büyük temsilcisi şık Veysel, "aslına karışıp toprak olalı" beri tam 50 yıl oldu. 1973 baharında "kolun açmış yollarını gözleyen", sadık yâri kara toprağın bağrına yolcu edilen âşık, 79 yıllık - ömründe güzelim Türkçeyi en has perdeden dile ve tele getirdi. Onda "geleneğin gücü" vardı. Mademki Anadolu topraklarında o yetişebilmiştir, "saz şiiri bitiyor mu ?”endişeleri yersizdir. Zamanı geldikçe yenileri de gelmektedir, gelecektir. Veysel'in hayatında, ilk 7 yıllık çocukluğunun "gözde saklanacak güzelliği" vardır. Ne görmüşse bu yaşa kadar görür: Yaprak, ağaç, meyve, çiçek... Sonra bir başka "ciçek" açar, gözlerini karartır.. Sonsuz bir karanlıkta "ne halda olduğunu bilmeden" yıllar geçer, günler devrilir... Baharda dağlar çiçek açtıkça "Veysel dert açar" ve sonrasını ondan dinleyelim: "Bağlandım köşede kaldım bir zaman / Nice kimselere dedim el aman / On, on beş yaşıma girince hemen / Yavaş yavaş düzen ettim sazımı" Veysel arı olur, sazı bir petek, birlikte inleşerek balı vaparIar. Biz bu petekten dimağımızı tadlandıracak seçmelerIe aziz hatırasını analım. Şimdi hazan olsa da o da bir son bahardır. Bahara erilen, toprağın bayramlığını giydiği o günleri Veysel’in mısralarına sarınarak hissedelim. Meşhur şiirinde bir sevda hâlinde “tek sadık yâr” olarak toprağı dost bilir..Edebiyatımızda toprak üzerine söylenmiş bu kadar güzel bir şiire zor rastlanır. On dörtlük boyunca âdeta insan ve toprak kaynaşır. Anadolu insanının asırlar süren macerasını anlatır : “Karnın yardım kazmayınan, belinen / Yüzün yırttım tırnağınan, elinen / Yine beni karşıladı gülünen / Benim sadık yârim kara topraktır. “

Kendisiyle yapılan bir radyo konuşmasında Rıdvan Çongur’a toprağı şöyle anlatır: “…Toprak, kimsenin hakkını yemez, kimseyi aldatmaz…İnsanların yaradılışında nefis diye bir şey var, hiddetleniyor, hırsa geliyor. Toprak tabiatlı insan pek azdır. Toprağa ne kadar eziyet etsen o kadar sevgi gösteriyor, iyilik yapıyor " şık Veysel’in şiirlerinde toprak bahara erince gurbet eller dayanılmaz olur, sıla burcu burcu toprak, yaprak ve çiçek kokar : “Yeni mektup aldım gül yüzlü yârdan / Gözletme yolları, gel,, deyi yazmış / Sivralan köyünden bizim diyardan / Dağlar mor menevşe, gül deyi yazmış.”

Bütün bu güzellikler uyanırken o coşkun duygular içinde “Tabiata Veysel âşık / Topraktan olduk kardaşık.” diye sazını kollarında yaylatır ve renklenen her yerde Yaradan’ı görür, Yunusça dillenir : “Herkes sevdiğine çekmiş bir perde / Benim yârim açık saçık her yerde / Hayali kalbimde sevdası serde / Mart Nisan misali bir an görünür.” Çeşitli çiçekler, yeşil yapraklar /Renkleri içinde nakşını saklar / Karanlık geceler aydın şafaklar / Uyanır cümlâlem sen varsın orda” Ağaçlar, yeşil yaprağa bezenir, ırmaklar coşarken, Veysel hasbahçeye girer, güllere sorar, Allah’ın varlığını çimende, çiçekte görür, içinde yaşar : “Bağrımdaki açan çiçek / Türlü koku, türlü irenk / Bu bendeki olan gerçek / Sen olmasan ben olmazdım.”

Kendi tevazuu içinde gizli Veysel’i Sivas’te keşfeden A.Kutsi TECER, “Onun teli bize göre bağlanmıştır.” diyor. Bahar ve hasret şu mısralarında ne güzeldir :”Sinemi yakıyor sılanın aşkı / Deli gönül farımadan yetişek / Mor çiçekli yaylaların çağıdır / Güller solup kurumadan yetişek.”“Dünya kurulalı yaşayan dağlar / Her tarafı zümrüt olur bu çağlar / Veysel’i hatırlar sevdiğim ağlar / Göz yaşları kurumadan yetişek .”Nihayet gurbet eldeki dostlarıyla helallaşır, köyüne varır. Sanki iç gözüyle bütün güzellikleri görür gibidir : “Baharda coşarsa bu ulu toprak / Vücuda getiri her türlü yaprak / Al yeşil geyinmiş dağlara bir bak / Besleyip büyütür yer çiçekleri.” Suların o bahçeden bu bağa, toprağa hayat vererek akışına âşık olduğunu söyler, kendi gözyaşlarını bu akışa ortak eder: “Göz yaşları gibi ulu dağlardan / İnginden ingine çağlayan sular/ derin derin derelerden dönerek / Arayıp aslını ağlayan sular”

Hep o çocukluktan kalan hatıralardır tabiatla dopdolu şiirlerine ses ve renk katan. Diyor ki “Çiğdem topladığım, gezdiğim yerler. Bir rüya gibi şimdi, hayal meyal kafamda yaşar…Yedi yaşıma kadar ben de herkes gibi koştum, seğirttim, güldüm, oynadım.”. Tahir Kutsi beyin “ Gözlerin açılsa desek, önce ne görmek istersin ?” sualine cevabı meşhurdur : “…Dünyam çok güzel ve renkli, daha iyisini görebileceğimi sanmıyorum !”Bu gönül gözü, Yunuslar’dan ona mirastır., Kimilerine “Yeter gayrı, yumma gözün kör gibi” deyişi özünün zenginliklerini tadamayanlar içindir. Bahar ile gelin misali giyinip kuşanan dağların yüze gülen neşesi, “yücelerden birbirine göz etmesi, rüzgâr ile mektuplaşıp naz etmesi” başka nasıl görülebilir ki ? Şu mısralarda toprağı, çiçeği, havası ve suyuyla tam bir Anadolu çocuğunun sevdası kaynıyor : “Güzelin zülüfü gölgeyi saklar / Ağacın yaprağı meyveyi koklar / Mehtap ile birleşince yapraklar / Gölge coşar, mehtap coşar, dal coşar.” “Yel değdikçe sor ki dallar ne çeker / Irgalanır, durmaz coşar hu çeker / Demişler ki dertleri bu çeker / Saz iniler, Veysel ağlar tel coşar .”

Hem ilk bahara hem son bahara girerken Veysel’i hatırlamak; ona gönülden dost olmanın, dileğine uymanın “kucak kucak selamını almanın” kaçınılmaz borcudur. O Yunuslar’dan bu zamana köprüyü kurmuş, geleneğin gücünü bir daha vurgulamıştır..Menzile varırken bize bıraktığı güzelim türküler dillerdedir. Tıpkı şu mısralarda anlattığı gibi : “Aslıma karışıp toprak olunca/ Çiçek olup mezarımı süslerim / dağlar yeşil giyer, bulutlar ağlar / Gök yüzünde dalgalanır seslerim…

9 Ekim 2023 / 9 Ekim 2018 · / DİZİLERDEN DERS ALMAK…Bizimkiler dramatik senaryoların dizilerinde başarılı örnekler ortaya koyuyor. "Bir Damla Gözyaşı" dizisi bize sağlığımızın kıymetini öğretirken acı çekenlerin ıstırabını da düşündürüyor...İlk bölümden bir cümle :" Ölüm niye var ? Yaşadığını anla diye..."

6 Ekim 2019 · ARİFİYE ÖĞRETMEN OKULU CAMİASINA TEŞEKKÜR VE SELAM FASLINDADIR...

Kurulduğu tarihten 2019 yılı ortalarına kadar son 80 yıl içinde; Arifiye Öğretmen Okulu'nun havasını teneffüs eden, bahçesinde ve fidanlığında dolaşan, ağaçlarının altında çay sohbeti yapan, demiryoluna yakın arazisinde yağmurlu havalarda bata çıka bisikletle derse yetişmeye çalışan, geniş spor sahalarında kan ter içinde top koşturan, etütlere ve derslere geç kaldığında bahaneler uyduran, kendi dertleri dururken memleket meseleleriyle dertlenen, kim bilir hangi sebeplerle uykuları kaçan, hocalarına ağabey, abla, akraba gözüyle bakan, nezaket ve saygıda kusur etmeyen, fakir yahut orta hâlli Anadolu çocuklarının, has vatan evlatlarının, bir ocak başında huzur bulan köy insanlarımız misali toplaşıp tekrar yurt sathına dağıldıkları, gençliğimin, mesleğimin en heyecanlı yıllarını yaşadığım o efsanevi eğitim yuvasının saygıdeğer mensupları siz, değerli arkadaşlarım ve meslektaşlarım, hepinizi hürmetle, muhabbetle selamlıyorum. Meslek hayatımın 45.yılı Ocak 2019 itibariyle resmen sona erdi, bir ay sonra bir Vakıf Üniversitesinde "davete icabet ederek" mesut olduğumuz sınıflara döndük. Yeniden doğmuş gibi olduk. Hocalık böyle bir hâldir. Yoruldukça ve çalıştıkça dinlenirsiniz. Yerimize gençlerin gelmesine asla engel olmadık. Onları hazırladık. Bizim yerimiz ve yaşımız hep farklı oldu.1975 yazında, yeni evli, toy bir genç olarak mesleğimin üçüncü yılında, Kütahya ve Yozgat'tan sonra üçüncü yerim olarak Arifiye'ye gelmiştim. Benimle birlikte yeni atanan bir de İngilizce Öğretmeni yaşıtım Vehbi Akkılınç Bey vardı. Kadro malumdu. Yıllardır oradalardı. Biz yeni seslerdik. Sonra Mustafa Kaptan askerden döndü. Müdür Bey Süleyman Karabulut, önceki nesilden tecrübeli, çalışkan, gözü kara, asabi tavırlı, pervasız, disiplinli bir adamdı. Ondan önceki Cavit Öztürk bey Bakanlıkta görevlendirilmişti. Orta birinci sınıftan lise 6. ve 7. son sınıflara kadar öğrenci sayısı 1000'i aşan yatılı ağırlıklı önemli bir okuldu. Öğretmen yetiştiren bu okulu, mevcudu 60 kişiyi bulan rengârenk, çok sesli bir öğretmen ve yönetici kadrosu omuzlamıştı. Biz yeni renklerdik: Gök mavisi...Mehmet Akçaylı, Mustafa Akyol ve yıllardır orada bulunanlar durumdan memnun bir üslup içinde bir gelenek oluşturmuşlardı. Ortalık sütlimandı. Kadro gençleşmeye başladıkça; Recep Ali Küçük, Kâzım Oğuz, Hayriye Kocabalkan, Şerife Şahin, Ahmet Pehlivan, Bahattin Subaşı, Servet Bakırcı, Muhittin Tuzcu, Bekir Ergüçlü, Recep Albayrak, Ö.Naşit Lök, Ö.Faruk Türe, Necati Cantimer, Gültekin Demirci, Haluk Baklan, Karadenizli Sabahattin Bey...geldikçe iklim değişti, çokseslilik ve kültürel hareketlilik arttı. Gidenler, gelenler, kalanlar, hepimiz bir arada bize emanet bu vatan evlatlarını, çocuk ve gençleri meslek hayatına, irfan ordusu mensubu olarak hazırlamaya uğraşıyorduk. Seviye yüksekti. Bu okulun öğrencileri arasından, öğretmenler kadar, profesörler, iş adamları, valiler, yöneticiler, milletvekilleri, yazarlar, şairler...yetişti. Bu gerçeği gururla ifade ediyorum.Bir yıl sonra genç bir müdür geldi. Bizden birkaç yaş büyük olsa da enerjik ve heyecanlı bir insandı. M. Ozan Semerci.. Yanıbaşında mülayim, sakin, ağırbaşlı, müşaviri durumunda değerli arkadaşımız Ahmet Taşkıran vardı. Sonra Okan Öksüz, İsmet Koç, Halim Kılıçsoy..derken kadromuz, birçok okulun imreneceği kültür ve tecrübe renkleriyle zenginleşmeye devam etti. Konferans salonu, kültür ve edebiyat programlarıyla dolup taşıyor, kitaplar, dergiler elden ele gezerek, okunarak eskiyordu. Sade ve samimi bir milli-İslamî-demokrat hava vardı.1977'de Öğretmen Okulunun yanıbaşında Eğitim Enstitüsü de açılarak bize tevdi ve teslim edildi....Ve 78'in dalgalı ayları geldi. Yaprak dökümü başladı. Çok sesliliğe yatkın olmayanlar, bizden öncekilere bizim yapmadığımızı zaman geçirmeden bize uyguladılar. Kar kış demeden "kendine yer beğen" diyen "kırmızı volsvagenli" emir kulları güya sürgün listeleri hazırladılar. Sanki gidilecek yerler vatan değilmiş gibi ! Okulun beti benzi sarardı soldu. Farklı renk ve üslup zenginliğine yıl sonu değil dönem sonuna kadar bile tahammül edilemedi. Şimdi farklı üniversitelerimizde akademisyen olan iki oğlumdan küçüğü, kundakta 3 aylıkken; trenle, minübüsle, aktarmalarla tam 44 yıl önce, kim bilir kaçıncı defa yollara düşürüldük. Yarısı ancak dolabilen eşyalar yüklü kamyonda sevgili kitaplarım da kolilerde küskün, yeniden açılacağı gurbetlere yollanıyordu. Kamyonu menzile ulastırma ve indirme işini -sağ olsun-, öğrencim Latif Telkök'e tevdi etmiştim.Yıllar akıp geçti. Benzer hâlleri, 80 İhtilali öncesi ve sonrasında Isparta'da, Kütahya'da, Bilecik'te ve kısmen İstanbul'da yaşadım. Bunca hatayı yapan ve devlet baba mevzuatının çatık kaşlarına maruz bırakılan binlerce arkadaşım gibi ben de epeyce dersler aldım. Pişman mıyım ? Asla. Çünkü bizim neslin derdi ve davası vardı. Aradan geçen yarım asır, haklı olduğumuzu ortaya çıkardı. Biz vatanımız ve milletimiz var ise var olabilirdik. Son nefesimize kadar düşüncemiz değişmeyecektir. Torunlarımın dedesi, öğrencilerimin hocası, ideallerinin sevdalı âşığı, ilme bağlı bendeniz, arkadaşınız 44 yıl önce 23 yaşındayken geldiği Arifiye'de ne ise, bugün de aynı ana caddededir, çizgisinde kırıklık yoktur. Saçları ağarmıştır, yüzündeki çizgiler çoğalmıştır, çabuk yorulsa da hamdolsun ayaktadır ve yürümektedir. " Beni buralara hatalarım getirdi." demektedir. Biz nesil olarak düşe kalka, Yüz Milyonluk Büyük Türkiye'yi özleye özleye yaşadık. Hamdolsun, kader bize 300 milyonluk Turan kapılarını açtı. O zamanlar, neredeyse bizimle yaşıt, memleket meselelerine kapılmış öğrencilerimizle görüş alışverişlerinde bulunduk. Derslerde hocalığımızı en seviyeli ve verimli tarzda yaptık, sözü ayağa düşürmedik. Onlardan "yüksek vasıflı Türk olarak alanlarında en iyi olmalarını" istedik. Kimseyi ezmedik ve ezdirmedik.44 yıl bu dile kolay. Arifiye'den ayrılalı iki nesil geçmiş. Allah bize bu şehrin Esentepe'sindeki Üniversitede "Prof. Dr." olmayı nasip ederken Arifiye'den mezun profesör ünvanlı iki öğrencimle yine aynı ilim yuvasında mesai arkadaşı olmayı da nasip etti..Daha ne istenir ki ? Sonsuz hamd ü senalar olsun...Artık Arifiye'nin hatıra yüklü binalarının yerinde yeller esiyormuş, dediler. Yenileri yapılır. Yeter ki gönül evleri yıkılmasın. İdeallerimiz ebedi olsun. Söz uzar gider. 15-20 dakikadan fazlası insaf ölçülerini aşar. Bana ve arkadaşlarımıza 40-44 yıl öncesinin hatıralarıyla vefa gösteren siz değerli kardeşlerime, Arifiye ruhuyla şahsiyetini bina eden nezaket ve asalet ehline, başta mütevazı ve iyi bir yönetici olduğunu her vesileyle ispat eden COŞKUN AKTAŞ bey kardeşime ve yönetim grubuna şükranlarımı arz ediyor, bu manevi değeri yüksek, adım yazılı hediyeyi, torunlarıma bırakmak üzere, memnuniyetle alıyor, öğrencilerimizden ve arkadaşlarımızdan vefat edenlere rahmet, kalanlara nice hayırlı yıllar içinde sağlık ve afiyetler niyaz ediyorum.

5 Ekim 2013 · / Acaba Mehter parçalarından biri olan şu mısralardan da rahatsız olan çıkacak mıdır ? Birileri rahatsız olur diye bunlardan da mı zamanla vaz geçilecek, diye düşünmeden edemiyor insan ....

"Ceddin deden neslin baban, hep kahraman Türk milleti

Orduların birçok zaman vermiştiler dünyaya şan...

Türk milleti Türk milleti aşk ile sev milliyeti !

Kahret vatan düşmanını çeksin o mel'un zilleti....

3 Ekim 2023 / Bu bilgiler, hatıralar , yaşananlar ve benzerleri asla unutulmamalı. Unutmak, ihanettir. Yazarın biri "Kendine yapılan kötülüğü unut ama milletine yapılanları asla unutma !" diyor ki çok haklıdır. Dostlar ve düşmanlar unutulmamalı. Ayrıca ebedi dostluklar ve ebedi düşmanlıklar olmadığı da unutulmamalı. Hafızadaki bilgler sabit kalmak üzere sürekli tesbit ve tahliller ile...

3 Ekim 2019 · 673 Talkan ve 716 Curcan mukateleleri ve sonuçları hakkında ne biliyoruz ? Güvenilir kaynaklardan okumalı ve öğrenmeliyiz.Milletlerin sosyal psikolojileri önemlidir.Tarih felsefesine girmeden, milli şahsiyetimizi ve İslamı tefekkür konusu yapmadan sağlam zeminlere oturamayız..Tasavvuf, asırlarca çekilen acılardan ve ihtişamlı zaferlerden sonra Türklerin İslamı anlama yolu olmuştur.Dünün zalimlerinin torunları, dedelerinden tevarüs ettiklerini mi icra etmektedirler ? Bilemiyor, okumak ve anlamak istiyorum. Hayırlısıyla.

3 Ekim 2018 · Bugün İstanbul Arel Üniversitesi' nin Tepekent Yerleşkesinde, Türk Dili ve Edebiyatı öğrencileri ve Öğretim Üyeleriyle Dil Bayramı' nın 86.yıl dönümü dolayısıyla beni çok memnun eden seviyeli, muhtevalı bir sohbet yaptık. Cumhuriyeti kuran nesli andık, Gazi Mustafa Kemal'in, devrin yazar ve şairlerinin millî dil duygularını dile getirdik, sorulu ve cevaplı güzel bir değerlendirme oldu. Genç öğretim üyesi arkadaşlarıma ve

dikkatle takip eden öğrencilerime teşekkürlerimle...