Modern zamanın önümüze çıkardığı sorunları geleneksel yöntemlerle çözmek, geleneksel sorunlarımızı da modern araçlarla çözmek gibi bir alışkanlığımız var.

Anlam ve değer dünyamızın dağınıklığı, dünya resmimizin olmaması bizi kucağımızdaki sorunlarla başbaşa bırakıyor. Yeni bir şey değil. İki asırdır içinde dağılıp durduğumuz sorunların kaynağı “anlam ve değer” dünyamızdaki dağınıklıktır.

İki asırdır var olmayı denedik, hala deniyoruz.. Yolun sonu belli: Çıkmaz sokak! Bu çıkmaz sokakta iki asırdır bir ileri bir geri giderek yön bulmaya çalışıyoruz. Tüm bu beceriksizliğimizin ağırlığı altında ezildiğimizde karşı bir savunma mekanizması geliştirdi son yüzyılda: Mensup olduğumuz medeniyeti yermek! Hem de vicdansızca ve bilgisizce.. Mensubiyet mesuliyet gerektirir. Mesuliyet sorumluluğu, sorumluluk çalışmayı… Hepsinden uzağız, çalışmak ve üretmek en zor iş.

Bu yüzden en iyisi “Tarihe çatmak”... İçinde boğulduğumuz sorunları sanki hepsini çözdük, hiç sorunumuz yok tek bir sorunumuz “Selçuklu ve Osmanlı’nın resmi dili neden Farsça, neden Arapça” Bu bağlamda hareketle Osmanlı Türkleri sevmezdi, Selçuklu Türkleri sevmezdi, Arap hayranlıkları vardı gibi deli saçması varsayımlarla kendimize “Entelektüel kimlik” inşa etmeye çalışıyoruz.

Selçuklular ve Türkçe…. Selçuklular 960’da Cend’e indiklerinde yurtları yoktu. İslam medeniyetinin ortasına gelip yerleşmişlerdir. Selçuk Bey akıllı ve ferasetli bir liderdi. Dışarıdan büyük bir medeniyete girmenin üç yolu vardır. Ya Moğollar gibi yakıp yıkıp gireceksiniz ya o medeniyet içinde erimeyi göze alıp gireceksiniz ya da Selçuklular gibi içeri girip erimeden kalacaksınız.

Selçuklular en zoruna talip olmuşlar İslam medeniyetine girdiler ama diğer kavimler, diğer Oğuzlar gibi yok olup gitmediler. İslam medeniyeti bir çay ise Selçuklular o çaya girdi eridiler yok olmadılar ama çayında tadını değiştirdi diyor bir düşünür. Selçuklular Cend’ e indiklerinde içinde oldukları medeniyet yaklaşık 500 yıllık büyük bir medeniyetti. Dünyada yapılan tüm bilimsel ve felsefik metinlerin hepsi tercüme edilmiş, Arapça gelişmiş Kindi’ler, Farabiler çıkmış, İbn-i Sinalar meydanda çatır çatır eser veriyor.. Selçuklular bu zamanda neler yapıyor sorusu çok önemli bir sorudur. Selçuklular izliyor,tartıyor, coğrafyayı tanıyor ve “Ben nasıl yönetirim bu coğrafyayı? diyor,hesap kitap yapıyor,elindeki insan malzemesine bakıyor yeterli değil, konuştukları dile bakıyor yeterli değil.

Pragmatist davranıyor, teşkilatlanmaya ve organize olmaya önem veriyor. Bu atılan temel ile kendinde yaklaşık yüz yıl sonra nesli 1040’ da Dandanakan savaşı ile sahneye çıkıyor, Büyük Selçuklu Devleti’ni kuruyor. Mevcud medeniyete ve kurumların hiçbirine karşı çıkmadan olduğu gibi alıyor. Arapça resmi dil,bilimin ve felsefenin dili… Türkçe diye bir dil yok ortada henüz. Tuğrul bey İslam aleminin dağınıklığını “ortak dil” inşa ederek kurmayı amaçlıyor, ama bu dilin içinde Türkçe yok. Çünkü Türk yok henüz o coğrafya da.. “ortak dil”, sonra “ortak akıl” ve “ortak vicdan' ı” oluşturup İslam dünyasını lideri konumuna geliyor. 1100’lü yıllara gelindiğinde bilimde ve felsefede büyük yüzler ortaya çıkmaya başlıyor Selçukluların himayesinde.

1200'lü yıllar bilimde ve felsefede adeta bir Türk asrı olmuştur. İslam aleminde yazılan eserlerin yüzde doksanı 1200 ile 1300 arasında yazılmıştır. Peki Selçuklular Türkçe’ yi neden kullanmadı. Hakim olduğu coğrafyanın ancak yüzde onu Türk’dü. Nasıl Türkçe konuşulsun? O zamana kadar yazılmış ne bir Türkçe felsefe metni, ne Türkçe bir matematik kitabı nede bir astronomi kitabı vardı. Edebiyatın dili Farsça, bilim ve felsefenin dili Arapça idi. Türkçeyi bunların karşısına nasıl konumlandırılacaktı.

Yazı M.Ö’ den önce 3500 yılında bulunmuş. M.Ö 7. yüzyılda yazılmış Homeros'un eserleri var. Arapça 700’lü yıllarda başlamışlar tercüme metinlerine. Farslar eski bir medeniyet. Dolayısıyla dil ile başa çıkmak mümkün değildi. Onlar mümkün olanı yaptı. Türk aklını İslamla mayalandıktan sonra bu coğrafyada Acem ateşi içinde yanmadan o ateşi de kontrol altına aldı. İşte Türklük bu idi… Tüm İslam alemini kültürel olarak yakıp kavuran Acem ateşini kontrol altında tutmak.. Bu zor olanı yapabilen mümkün olsaydı eminim ki Türkçeyi de resmi dil yapar, bilimin ve felsefenin dili haline getirirdi. Öyle ki o dönemde Türklük bir şahs-ı manevi olmuştu.

Yapılan en zor ve en güzel işler hep Türklere mal edilirdi. Ki öyleydi de.. Selahaddin Eyyubi bile Yemen savaşına El Harekat-ı Oğuziye ismini vermişti. Oğuz gibi yani Türk gibi olmak.. Yönetimin hakkını vermişler. Rasyonalist davranmışlar. günümüzde olduğu gibi entelektüel kompleksleri yok hangi sorunu neyle, nasıl çözüyorsa onu yapmışlardır. Tarihimizde ilk aklı başında yazılı Türkçe metin ancak 1274’de Yunus Emre şiirlerinde olmuştur. Mutlu oluyoruz Türkçe ve Yunus Emre denilince.. Acı ama gerçek olan şu olguyu da aklımızda tutalım. Yunus Emre’nin 1274’de şiirleri bir araya toplandı. Oysa yazı M. Ö 3500 yılında bulundu. 4700 yıllık bir geçikme. Evet acı ama ne yapalım gerçeğimiz bu.

Tüm bunları bilerek bir entelektüel kimlik inşa etme zorunluluğumuz var. Selçuklular koskoca bir İmparatorluk kurmuşlar Oğuzların arasında konuşulan Oğuzca denilen dilimi resmi dil yapacaklardı sorusu can acıtıcı bir soru? Bu sorunun cevaplarını vermek durumundayız. Osmanlılar ve Türkçe… Osmanlılar Selçuklular kadar talihli değillerdi. Zira Selçuklular 500 yıllık bir İslam medeniyeti içinde var oldular.

Ama Osmanlı öyle değildi. Batı Anadolu henüz islamla tanışmamıştı. Kuruluş döneminde Osmanlı halkını yüzde yetmişi gayrimüslim. Yüzde otuzluk müslüman kesim ise değişik mezhep ve inançlara sahipti. Kısaca Osmanlının işi Batı Anadolu da çok zordu. Bizans surlarının hemen dışında kurulan bir beylik… Beylik ama devlet rüyası görten bir beylilk..Osmanlıyı sadece çadırdan ibaret sanmak yanılgıların en büyüğü olur. Tarihi tecrübeleri hep heybelerinde taşımışlar. Yeri ve zamanı beklemeyi bilmişler. 1299 da kurulduğundan kısa bir süre sonra hemen kurumsallaşmaya başlamıştır.

Orhan Gazi 1337 de İznik'te ilk medreseyi kurmuş. Medresenin başına getirdiği kişi Selçuklu devlet geleneğini sindirmiş, Anadolu irfanına en uygun şahsiyet olan Davudi Kayseri’ yi getirmiştir. Büyük bir devlet rüyası var bunun için hukuk bilen ve şehirlerde kasabalarda kadılık yapacak yöneticilik yapacak adamlara ihtiyaç var. Medreseler onlarca yıl hukukçu yani fakih yetiştirmişler. Bilim ve felsefe çalışmaları başlamış. Bilimin dili hala Arapça tabi. Ama o dönemde dikkat edilmesi gereken konu Türkçenin “terim” yoksunluğu konusudur. Türkçe terim bakımından yoksul olduğu için henüz bilimde ve felsefede kullanılamıyor.

Bir mantık kitabını mesela Türkçe yazmak mümkün değildi. Ama I. Muratla beraber Türkçeleşme hareketi başlatılmış, yavaş yavaş “pratik bilimler” Türkçe yazılmaya başlandığı olmuştur. Ordunun dili her zaman sorun olmuştur. Onlarca değişik milletten teşkil edilen bir ordu ancak 1502 tarihinde Türkçe konuşmaya başlamıştır.Türkçe’ de bu tarih milad olmuştur. Bu tarihten sonra yazılan çoğu eser Türkçedir. Artık astronomi ve matematik kitapları Türkçe yazılmaya başlamıştır. Şiirde ve edebiyatta da Türkçe kendini göstermişti. Fuzuli bu dönemin şairidir. Nesirde Sinan Paşa gibi bir dev çıkmış Türkçenin yolunu açmıştır. 1500 lü yılların ikinci yarısından artık Osmanlı entelektüel ve şairleri hemen hemen tüm eserlerini Türkçe yazmaya başlamıştır. Dil konusunda o kadar çok kendilerine güven gelmiştir ki şair NEVAi “ Ne Acemi ne Farsı, Acem gelsin şiir nasıl yazılır nesir nasıl yazılır bizden öğrensinler.” demişti.

Hülasa, bir dilin gelişmesi birkaç yıllık birikimle olmaz. 1299 dan 1500 yılına kadar yaklaşık 300 yıllık bir serüvenin sonucunda bir dil kendini oluşturmuş. Dil konusunda hassas olan tatlı su milliyetçilerinin, kucaklarında biriken sorunlara tarihsel tecrübe ve şimdinin imkanlarıyla en ufak bir çözüm sunamamaları tamamen kendilerinin tembelliğinden kaynaklanmaktadır.

Tüm yükü, tüm suçu tarihe atmak ve sorumluluktan kurtulma çabasında olanlara Farabi’nin ifadesi ile hitap etmeliyiz. Nevabit..Ayrık otu..