“DÜNYADA İKİ MİLLET VAR : TÜRKLER  VE BAŞKALARI…”

Yukarıdaki şaşırtıcı ve manidar söz; şair, yazar ve bestekâr Fırat Kızıltuğ beye aittir. Fırat  bey ile 40 yıldır tanışırız. Allah ömür versin, bir asra yaklaşan ömrünü, Türk musikisine ve Türk kültürüne dair eserler vererek geçirdi. O aynı zamanda son 40 yılın Turan şairleri arasına katılmış bir sanat ereni, Türkçe âşığıdır.

Kendisine, 2024 yılının sıcak bir Haziran gününde Türk Edebiyatı Vakfı tarafından “Türk Dünyasına Üstün Hizmet Ödülü”  tevdi edildi. Benim de hazır bulunduğum bu mütevazı takdim; Fırat Beyin Marmara’yı gören Bostancı-Altıntepe’deki evinde, Vakıf başkanımız Serhat Kabaklı, ESKADER başkanı F. Ersen Yargıcı, Vakıf mensubu Orkun Kabaklı , Edebiyat Öğretmeni ve Türk Edebiyatı Dergisi Yazı İşleri mensubu Saadet Örmeci ve Fırat beyin eşinin de bulunduğu samimî, duygulu bir sohbet eşliğinde yapıldı. Fırat beyin gözlerinin içi gülüyordu, bu vefalı ziyaretten mütehassis olmuştu. Kısa teşekkür konuşmasında Fırat bey, rahmetli Ahmet Kabaklı ile tanışmalarını, kendisine Vakıf’ta ve dergide gösterilen hüsnükabulü şükranla yad ederek, geçmiş yıllara dair bazı hatıralarını anlattı. Günü ebedileştirmek için resimler çekildi, çaylar içildi, izin alınıp evlerimize dönmek üzere yola revan olundu.

Fırat beyi, ilk defa  40 yıl kadar önce Vakfımıza Yeşilay’ca tahsis edilen eski binasındaki  salonunda tanımış ve lavtası eşliğinde yaptığı Türk musikisine dair sohbetinde dinlemiştim.. Meğerse dergimizde “Kul Ozan” mahlasıyla yazılan şiirler ona aitmiş. Özbek Şairi Cemal Kamal’la  şiirleşmeler ve o günlerde meşhur olan “Bir Dane Bir Dane” şiiri onunmuş. Takip eden aylarda kendisini değişik vesilelerle dinledik. Bu dalgalı saçlı, mütevazı, kibar adam aynı zamanda meşhur Devlet Türk Musikisi Korosu’nun mensubu ve viyolonsel sanatçısıydı. Vakıf’ta ve davet edildiği toplantılarımızda  yetiştirdiği gençlerle konserler de sundu. Sevilen ve saygı duyulan bir millî şahsiyet olduğu her davranış ve konuşmasında belli olan Fırat bey, aynı zamanda samimi bir Turan sevdalısıydı. Defalarca gittiği Avrupa’yı içinden tanımış, kendi milletine, Türkiye coğrafyası  ve dışındaki soydaşlarına olan bağlılığı daha da artmış olarak memleketine dönmüştü. Azerbaycan Türklüğüne hususî bir sevgisi vardı. Oralara gittiği gibi, oradan gelenleri de misafir ettiğine şahidim. Bu misafirlerden  biri de Kuyubaşı’ndaki evinde benim de katıldığım bir sohbette bulunan  şair Memmed İsmail idi.

1988’in Ramazan’ında bir vesileyle İzmit’e yaptığım bir duygulu bir iftar ziyaretimin hikâyesini kendisine anlatmıştım. Bir hafta sonra lütfedip bana ithaf ettiği “Tuna Boyu” şiirini okudu, şaşırdım, duygulandım ve gururlandım. Artık Edebiyat tarihimizin binlerce ithaf şiirinden birinde “menüm de bir adum gelsin dilüze” dedirtecek mısralar olacaktı..Hem ana hem baba taraflarından aile köklerimin Balkanlara dayandığını sohbetlerimizden bilen Fırat bey, bu inceliği yaptığı gibi rahmetli bestekâr, Rumeli çocuğu İrfan Doğrusöz tarafından şiirin Eviç makamında bestelenmesine de vesile olmuştu.

Fırat bey, 2007 yılında Sakarya Üniversitesi’nde düzenlediğimiz Esentepe Şiir Günü’müze de “Şeref Misafiri” olarak katıldı, hem verdiği konserle hem de okuduğu şiirlerle salonu dolduran gençleri ve öğretim kadrosunu memnun ve mesrur eyledi. O akşamın ileri saatinde sohbetle yolu kısaltarak İstanbul’a beraber döndük. O günden zamanımıza da “bize bir zevk-i tahattur kaldı.”

Hafızasında sayısız mısra ve hatıra olan Fırat beyin, dergilerde dağınık hâlde bulunan  son 30-35 yıl içindeki  musıki yazıları, hatıraları, şiirleri vefalı arkadaşlarının ön ayak olmasıyla  bilhassa “Akıl Fikir Yayınları”  tarafından sahiplenilerek temiz, estetik ve kaliteli kalıplar içinde kitaba dönüştürüldü. Adına ayrıca bir “Armağan Kitap”   hazırlandı. Hicivlerinin de yer aldığı diğer şiir kitabı “Yaveler” deki oklarına muhatap olmayı kim isteyebilir ki ? En kibar dokundurmaları bir sohbetimizde geçmişti. Canını sıkan bir adamın anlayış kıtlığını hoş görerek “Şaşırmayınız efendim, normaldir. Bu inceliği sanki o da mı anlayacaktı ? “

Fırat bey, çok okuyan bir münevverimizdir. Tarihî ve edebî konulara büyük merakı vardır. Onunla konuşurken daima yeni bilgiler edinirsiniz. Hiç beklemediğiniz bir sırada size adıyla soyadıyla müşterek bir tanıdığınızın şu anda ne yaptığını sorar ve şaşırırsınız. Çok sayıda gencin Türk musikisi kurslarında yetişmesine vesile olmuş, sözü asla ayağa düşürmemiş, asil bir sanatçı ve kültür adamı olarak kalmayı bilmiştir. Fırat bey, kıyamadığı kıymetli kitaplarını eliyle gösterir, onları  muhatabının “koklamasına fırsat vermez..”

Fırat Kızıltuğ’un musiki ve edebiyat âleminde çok tanıdığı, dinlediği, konuştuğu kimseler olmuştur fakat en ziyade üç rahmetli arkadaşını her vesile ile gözleri dola dola hatırlamakta, tebessümle yüklü gözleri dalıp dalıp  gitmektedir. Bunların başında, benim de tanıyıp dinlediğim, rahmetli Tanburî Necdet Yaşar, diğeri  18 yaşında bir üniversite öğrencisiyken 1970’te Kenterler Tiyatrosundaki bir Itrî konserinde dinleyip ustalığına hayran olup şaşırdığım kemençe üstadı rahmetli İhsan Özgen ve Devlet Korosu’ndan arkadaşı olan,  bir defa görüp dinlediğim Rumeli muhaciri bir ailenin çocuğu olan rahmetli İrfan Doğrusöz

Fırat bey, hatıralara derinden bağlı bir adamdır. Mesela benim Tokat İlköğretmen Okulundan Fizik hocam olan rahmetli  Halil Çubuklusu, onun da Turhal Ortaokulundan Matematik öğretmenidir. Rahmetlinin varlığını, merak ederek 25-30 yıl önce İzmir’de  tespit ediyor, oğluna ulaşarak hocasına selam ve hürmetlerini gönderiyor,  bu manevi görevi vazife asaleti tavrıyla icra ediyor. Bu nezaket inceliği ile eskimeyen eskilerin vefasını göstererek  en azından benim hafızamda saygıdeğer ve güzel bir örnek teşkil etmiştir..

 Fırat Beyin Türkçesi, hem yaşayan dilimizin hem de tarihî Türkçelerin musikili güzelliklerini nesirde ve şiirde temsil eder olgunluktadır. Banarlı Hocanın dikkat çekici  ifadesiyle; “Millî romantizmin idraki” bana göre Kızıltuğ’da tabiî sahibini ve akışını bulmuştur. Kelimelere hassasiyetle yaklaşması, belki de ömrünü verdiği musikideki besteyi bozabilecek ses hatalarına düşmemek gibi önemli bir söz dikkatinin yansıması olmalıdır.

Memleketin yetiştirdiği böyle “kıratı yüksek değerler”in televizyon programlarıyla, ”belgesel” dedikleri usullerle tanıtılıp geleceğe sunulması bence ihmal edilemeyecek işlerden olmalıydı. Gafletlerimizin arasına bu türlü ihmallerin de karışması affedilir gibi değildir. Her ne kadar Vakıf’ta ve Büyükşehir BELEDİYESİ’nin Kültür programlarının birinde yıllar önce, Ali Emiri Kültür Merkezi’nde kendisi için bir “Saygı Gecesi” yapılmışsa da yeterli olduğu düşünülemez. Şehirlerin “Güzel Adamları” düşünülür ve dizi filmlere konu olurken koca İstanbul’dan Türk Dünyasına sesler götüren ve yayan mütevazı şahsiyetler aramızda iken kıymetleri niye bilinmez ? Elcevap ; bilinmelidir.

Sözün özü; biz Türkler, Anadolu’daki bin yıllık, öncesinde kim bilir kaç bin yıllık tecrübelerle Ahmet Hikmet’in Çağlayanlar’ındaki çok beğendiğim tavsifiyle “dövüle tavlana” bu günlere geldik. Yarınlara uzanan ebedî yolculuğumuz “yıldızların söneceği güne kadar” sürecektir. Kum sayısınca olduğu iddia edilen  irili ufaklı yıldızların ışığı bizi aydınlatırken, gözlerimizi onlara çevirelim, kulaklarımızı sonsuzluk nağmelerine açar gibi onların yok zannedilen varlıklarına tevcih edelim. Onlar varken biz de varız. Arif Nihat Asya bir şiirinde ne güzel söyler: “ Yoksa bu toprakta Oğuz, yoksa bu yaprakta Yavuz, biz de yoğuz, biz de yoğuz…”

Fırat Kızıltuğ ağabeyimize, Türk Dünyası’nı ak sakallarından biri olmaya çok yakışan her türlü hâli, ince davranışları, nezaketi, sanatkârlığı, efendiliği, çalışkanlığı, neşesi, nüktedanlığı, üstadlığı ve insaniyetli tavr u edası dolayısıyla, şükranlarımızı arz ediyor, nice eserler vereceği huzurlu yılları ailesiyle birlikte  yaşaması temenni ve dualarıyla saygılarımızı sunuyoruz.

***

Temmuz 2015 / Dünyada neler oluyor ?  Bazı resimlerdeki adamlar hem de Başkurdistan'ın başkenti Ufa'da poz veriyor. Bu dünya zayıfın ve yalancının dünyası değil; BU DÜNYA; kuvvetlinin, çalışkanın, attığı adımı bilenin, çok yönlü strateji uygulayanın ve gücünün yettiğini yapanın,ihtiyatlı olanın, mübalağa etmeyenin, istismara yeltenmeyenin, demagojiye bulaşmayanın, iç meselelerini herkese teşhir etmeyenin, pişkinlik yapmayanın,  gelişmeleri iyi okuyanın, az gülüp çok düşünenin, başını kuma gömmeden yaşayanın, az uyuyup çok koşturanın, hukuku çiğnemeyenlerin, utanmayı bilenlerin, hatalarını itiraf edecek bir yüzle milletin karşısına çıkabilenlerin, neler olup bittiğini dürüstçe yorumlayacak insanları susturmayanların, muhaliflere demokrasi içinde itibar kazandıranların, attığı adımı bilenlerin,... HÜLASA BAZI RESİMLERİ  SEYREDERKEN İÇİ YANANLARIN DÜNYASIDIR...HEY FATİHLERİN, YAVUZLARIN, ALPASLANLARIN, SÜLEYMANLARIN TORUNLARI ! NE HALE GELDİK BİR BİLSEYDİK ! SONUMUZ HAYROLA…

***

Temmuz 2017 / TRT 1'deki "Seksenler" dizisinin bir  bölümünde,  yıllar önceki 12 Eylül 1980 Darbesi ile ilgili olarak mütevazı bir İstanbul semtinden memlekete mesajlar veren komik-dramatık-üzücü sahneleriyle bana o zamanları yaşattı. 1980'in Eylül'ünde, 28 yaşımın 7 yıllık öğretmenlik hayatımın bilmem kaçıncı görev yerinde, öncesinde ve sonrasında yaşadıklarımı düşündürdü, üzdü..Bu dizideki baş rol oyuncusu da liseden öğrencim, çalışkan, zeki bir Rumeli çocuğu, Şoray Uzun Bey..

Senaryo güzel yazılmış. Bütün kadroyu tebrik ediyorum. Kara mizahla, sembolik söz ve sahnelerle,yakın geçmiş ancak bu kadar ustalıkla yansıtılabilirdi. Yaşamayan bilmez. Komedi, aile dizisi deyip geçer. Yaşayanların hatıralarını ise yakıp da geçer. Rahmetli büyüklerimizin sağlam ve şaşmaz üslubuyla söylemek gerekirse; Allah bu milleti görünmez belalardan, felaketlerden ve ihanetlerden korusun.Vatan evlatlarını ailelerine, vatana, millete, bayrağa bağışlasın;  devletimiz, dinimiz ebedî olsun inşallah..

***

Temmuz 2017 / Yaz günlerinin sessizliği içinde bana kendini seyrettiren

"Science end Vie TV / Hayat ve İlim TV" diye bir Fransız belgesel kanalının Türkçe tercümeli yapımları, millet olarak işimizin gitgide zor olduğunu düşündürdü. Biz nelerle oyalanıyoruz, onlar nelerle..Beyinde olup bitenler...Davranışlarımız ve beyin...Canlıların her birinin ilme, araştırma ve anlamaya konu olacak bir yığın, sırlarla dolu dünyası....Öteden beri kanaatim şudur: Ülkenin zeki çocukları seçilerek her yıl ayrı proje ve programlarla yetiştirilmeli ve yabancılara kaptırılmamalı idi...Politika ve dinî hayat, ilme müdahale etmemeli idi..Bilmem ki sonumuz nice olur bu zalim yarışta...

Allah sonumuzu hayreylesin, çocuklarımızın akıllarını,irfanlarını korusun

***

Temmuz 2016 / Anadolu Selçukluların ilk başkenti İznik, 1075 'te Malazgirt'ten 4 yıl sonra Kutalmışoğlu Süleyman Bey'in Türk milletine hediyesidir. İznik Gölü'nün ne kadar güzel olduğunu bin sene önce anlamış ve bu muhteşem tabiatın kenarına sevimli bir şehir kurmuşlar..Zaman zaman Haçlıların eline geçse de kader onu bize bırakmış..Kıymeti bilinmeli ...Yandaki resim ise Fetihte bize yardım eden Kırgızların hatırasına Orhan Bey tarafından yaptırılan türbe ve yakın zamanlarda dikilen bir Kırgız savaşçısı heykelidir..

***

.5 Temmuz 2024 / BATI'DAN SİNSİ VE ADALET DIŞI SESLER DUYUYORUM, SİZ DE KULAK VERİN BU SESLERE BEYLER, HANIMLAR ONLAR DİYORLAR Kİ :

SEN MİSİN 1683 VİYANA'SININ YEDİ GÖBEK SONRASI TORUNLARININ FUTBOL KALESİNE AYNI KUTLU AYAKLARLA İKİ GOL BİRDEN ATIP SONRA DA MAYASINDAKİ BOZKURT SELAMIYLA TARİHİ SELAMLAYAN DELİKANLI ! ?... İSTE BÖYLE, BİZ HEP AYNIYIZ, SENİN DEDELERİNİ UNUTMADIK VE UNUTMAYIZ. SENİ BURALARA İŞÇİ OLARAK GETİRTİR, ÇALIŞTIRIRIZ AMA SEN YİNE BOYUN EĞMEZSİN...SENDEN KORKULUR, DÜN OLDUĞU GİBİ..BİZ UNUTMAYACAĞIZ. SEN DE UNUTMA ! AKLINIZ VARSA; İLİMDE, SANATTA,TİCARETTE, SPORDA GELİŞMEYE BAKIN..YOKSA BİZDEN ÇEKECEĞİNİZ VAR...

***

Temmuz 2019 /Müge ANLI Hanım "Güven Bana" yarışmasında

iki mert memleket evladının asil ve şahsiyetli tavırlarını görmemize vesile olarak, şu para tuzağı haline gelen ülkede "insanlığın ölmediği" ni ve bunun yalnız bize mahsus bir meziyet olduğunu düşündürerek yarınımız için beslediğimiz ümitleri artırdı.En umulmadık zamanlarda ne cevherler çıkabilirmiş demek ki...Konu küçük ve basit fakat manası derin.Hem de bu devirde ...Aşk olsun size

***

Temmuz 2024 / Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünün 26. Dönem mezunlarını verdi...Hayırlı olsun.

1993'te başlayan bölüm maceramızda,1995 girişli ilk mezunlarımızı ise 1999'da vermiştik. Tespitlerime göre, 30 kişiyle başlayan ilk sınıftan itibaren geceli gündüzlü gelen yüzlece mezun arasında bu yılın mezunlarından bir gencimiz 4000. mezun olabilir. Acaba kim ? Nice yıllara inşallah...30. dönem mezunları 2028’de inşallah geleceğiz..Yıllar öncesinin genç asistanları olan 4-5 hocanın da emekliliklerini tebrik edeceğiz inşallah…

***