Yirmi yaşımdan itibaren hasbelkader kadrosunda yer aldığım, 1972 yılı Ocak ayında çıkan ilk sayısıyla birlikte başlangıcını ve gelişimini bizzat yaşayarak takip ettiğim, kurucusu rahmetli hocam Ahmet KABAKLI’nın gösterdiği hassasiyet ve heyecanlara şahit olduğum bu yarım asır boyunca, Türk Edebiyatı Dergisiyle geçen zamanlar, beni de duygulandırıyor ve düşündürüyor. 

       1972’den 2023’e doğru geçen yıllar içinde Türkiye önemli değişimler ve dönüşümler yaşadı. Nüfüsu iki mislinden de fazla arttı fakat edebiyat dergisi okuma şuur, zevk ve heyecanı ne yazık ki azaldı. Okumuş yazmışların, üniversitelilerin sayısı 5-10 misli çoğaldı fakat edebiyat, kültür ve sanata ilgi o nispette geriledi. Gazete, dergi ve kitapların yüzüne bakan pek yok fakat kitap fuarları dolup dolup taşıyor. Garip bir çelişki ! Bakalım bu yılın dehşetengiz pahalılığından sonra da aynı manzarayı görebilecek miyiz ? Şairin dediği gibi : “Bu nasıl bir dünya, hikâyesi zor.”  

     Bu dergi, 1970 yılında Ahmet Kabaklı’nın öncülüğünde o devrin tanınmış yazar ve ilim adamları; N. Sami Banarlı, Samiha Ayverdi, Cemil Meriç, İbrahim Kafesoğlu, Mehmet Kaplan,… gibi şahsiyetlerin katılımıyla kurulan Türkiye Edebiyat Cemiyeti’nin yayın organı olarak fikir ve sanat dünyamıza girdi. Daha önce yayınlanmakta olan Defne Dergisi devralındı, hukukî kolaylıklar için adı değiştirilerek daha önce başka bir dergiye konulmamış güzel ve muhteşem adıyla, Türk Edebiyatı serlevhasıyla şiir ve nesir severlerin karşısında arz-ı endam eyledi. Derginin ilk sayısı çıkmadan önce Cemiyet, 1971’de kutlanacak olan Malazgirt zaferinin 900. yıldönümü münasebetiyle bir “Malazgirt Edebiyatı çığırı ” başlatmak ve kamu oyunun dikkatini bu önemli tarihe çekmek için yarışma açtı. Birçok eser yayınlandı ancak iki yazarla bir şairin isimleri öne çıkarak parladılar. Üçü de rahmetli olan bu isimler, sonraki yıllarda eserleriyle milliyetçi nesillerin çok sevdiği, eserlerine sahip çıktıkları şahsiyetler oldular. Bunlar; o zaman için Malazgirt’i konu alan “Ak Topraklar” romanıyla Emine Işınsu Öksüz, “Kilit-Anahtar-Kapı-Konak…” roman dizisiyle Mustafa Necati Sepetçioğlu ve sonradan yazacağı destanî şiirleriyle bilhassa ülkücü gençliğin çok sevdiği Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu idiler. “Aylardan Ağustos, günlerden Cuma / Gün doğmadan evvel, İklim-i Rum’a / Bozkurtlar ordusu geçti hücuma / Yeni bir şevk ile çağladı gökler / Ya Allah, bismillah, Allahü ekber “ mısralarıyla başlayan bu destan-şiir bestelendi, yıllarca dillere de destan oldu, kitleleri coşturdu coşturuyor.

       Bu dergi; ilk hazırlıklar ve toplantılardan sonra, 1971’in sonunda benim de Edebiyat Fakültesinden ve Çapa’dan hocalarımın öğrencisi, tilmizi sıfatıyla arkadaşım Turgut Güler’le yer aldığım görüşmelerle şekillendi, bir zamanların Tanpınar ve Mehmet Kaplan’ının da yer aldığı eski İstanbul dergisi şeklen örnek tutularak zarif bir gravür desenli kapakla ilk sayısıyla hazır oldu, 1972’nin ilk haftasında bayilere dağıtıldı. O sayıda Kabaklı Hoca’nın derginin ideallerini anlatan “Çıkarken” yazısı vardı. Rahmetli Hoca bu yazısında, derginin Millî Edebiyatın sesi olacağını, “Yaşayan Türkçe”yi esas alacağını, yeni isimlerin yetişmesi için bir “Sanat Fidanlığı” olarak da görev yapacağını “Kökü mazide olan bir âti” rolünü üstleneceğini o güzel üslubuyla dile getirdi.

      Bu dergide, son asrın ikinci yarısında olgunluk dönemini yaşayan büyük şair ve yazarları da son eserlerini yayınladılar. A.Nihat ASYA ile Necip Fazıl KISAKÜREK, Cemil MERİÇ ile Mehmet KAPLAN bu şair ve yazar neslinin “dört dörtlük” son temsilcileriydi. Elbette dergimizde yazmış, rahmetli olan ve yaşayan yüzlerce isim araştırmacıların ciddi sayfalarında yer almaktadırlar.

      Bu dergi, 45 yıl önce 1978’de, Türk Edebiyatı Vakfı’nın kurulmasıyla yeni bir güç kazandı ve Vakfın çatısı altında yayınını devam ettirdi. Aynı ad altında kitap yayını da önem kazandı. Zamanımızda 300’ü geçen Türk Edebiyatı Vakfı Yayınlarının e- kitaplarla daha da artacağı beklenmektedir.

     Bu dergide, aradan geçen yarım asır içinde yüzlerce edebî yazı, inceleme, tahlil, şiir, hikâye, deneme, tanıtma, değerlendirme, tenkit, mülakat,.. yayınlandı. Önemli özel anıt sayılar, özel bölümler ve özel dosyalar hazırlandı. Bunlar arasında kaynak değerinde olan; Yunus Emre, Mevlana, Mehmet Âkif, Yahya Kemal, Namık Kemal, Necip Fazıl, Mehmet Kaplan, Samiha Ayverdi, Cemil Meriç, Ahmet Kabaklı,… sayıları ilk akla gelenlerdir. Dergi, bazı yüksek lisans tezlerine de konu oldu. Türk Dünyası Edebiyatları, Gülen Çocuk Edebiyatı Yarışması, Ömer Seyfeddin Hikâye Yarışmaları, Senaryo Yarışması, Vakıflar Yazı Yarışmaları, Yaşayan Yazarlarımız Üçler, Yediler, Dokuzlar,…toplantıları hep bu derginin etrafında filizlendi, gerçekleşti ve sayfalara yansıdı. Düzenlenen konserlerle millî musikimize dikkatler çekildi. Bilhassa, her hafta yapılan “Çarşamba Sohbetleri”nde memleketin güzide şahsiyetleri konuştular, ilgi ile takip edildiler, sözleri basına ve dergiye yansıtıldı. Düşünün ki 50 yıl içinde en az 40’ar toplantı yapılmışsa 2000 toplantı olur, bu muhteşem bir seviyedir. Buradaki konuşmaların önemli bir kısmı, çözülüp seçilerek Vakfın yayınları arasında çıkmıştır. 

     Bu dergi; Anadolu’da 8 yıl süren öğretmenlik yıllarımda bile kısmen devam eden mensubiyetimle ve sonra İstanbul’a dönüşümle, hep yanı başında olduğum rahmetli Kabaklı Hoca’nın vefat yılı 2001’e kadar 327 sayı ve sonraki 273 sayı, toplamda 600 sayı boyunca edindiğim değişmez kanaatimle, diyebilirim ki tam bir “Millî Edebiyatımızın Kalesi” hüviyetindedir. Bundan sonra da öyle kalacaktır inşallah. 

      600 sayıda dergimizde yayınlanan yazı, şiir, hikâye, mülakat ve diğer bilgilerin; yazar, şair, konu ve zamanları da belirtilerek tam bir tasnifinin yapılması hâlinde hem araştırmacı hem de meraklısı için muazzam bir edebî bilgi bankası oluşturacağı açıktır. Belki ayrıca buradan seçilmiş örneklerle yine e-kitap hâlinde antoloji veya derlemelerin hazırlanmasının zevk ve ihtisas ehline büyük faydası olacağı bellidir. Zaten 100 sayı önce “flaş bellek” dedikleri âletle abonelere hediye edilen 500 sayılık birikim, yeni bir düzenlemeyle 600 sayılık olduğunda bu çalışmalar, daha pratik yapılabilecektir.

       Ancak geçen zamanla birlikte edebî ve kültürel eğilimler değişmektedir. Bu gelişime ayak uydurmak gerekecektir. Daha çok sayıda gence ve aydına ulaşmak için internet imkânlarından faydalanan bir çok yayın organı gibi Türk Edebiyatı Dergisi de bence basılı olmanın yanısıra e-dergi özelliği de kazanmalı, daha ekonomik bir karşılıkla okuyucusuna ulaşmalıdır. Piyasa şartlarının zorlamasıyla bazı dergilerin kapandığı, bazılarının iki ayda bir, bazılarının da mevsimlik; bahar-yaz-hazan-kış süreleri içinde yayına geçer olduğu zamanımızda belki senede bir veya iki defa “yıllık” derleme, seçki çıkaranlara da rastlanabilmektedir. Ben ise Türk Edebiyatı’nın e-dergi hâlinde hatta 15 günlük fasılalarla, birinin genç üniversitelilere, diğerinin klasik yetişmiş yazar kadrosuna tahsis edilen bir uygulamayla yürütülmesi zamanının pek de uzak olmadığını düşünüyorum. 

“Sosyal medya”nın hayatın bütün alanlarına girdiği, hatta “görüntülü ve sesli yayıncılık” yapıldığı, “on-line uzaktan eğitim”in, henüz okul çağının başındaki çocuklar tarafından bile normal karşılandığı zamanımızda, en azından lise ile üniversite çağındaki gençlerin edebiyat ihtiyacının karşılanması ve seviyeli sözün sokağa kaptırılmaması için bazı tedbirler düşünülmesi yadırganmamalıdır. Bu yazdıklarım, görüşülmesini temenni ettiğim, tekliflerimdir.

     Bu önemli yıldönümü vesilesiyle, aziz Cumhuriyetimizin tam 100. yılıyla aynı aya hüsn-i tesadüfle denk düşen Türk Edebiyatı Dergisi’nin 600. sayısından bir yıl sonra 2024’te, Kabaklı Hoca’nı doğumunun 100. yılı vardır. Böyle tarihler dünyanın her yerinde önemli sayılmaktadır. Bizim de şerefle içinde yer aldığımız Vakıf yönetiminin bu hususta yeni düzenlemelere hazırlandığını bilmekteyiz. Bu çalışmalar arasında planlaması yapılacak bir “Ahmet Kabaklı Enstitüsü” veya ”Akademisi“ ne kadar yakışır. Yine önümüzdeki yıl itibariyle ilkinin ilan edilmesi “Ahmet Kabaklı Fikir ve Sanat Ödülleri” kapsamında aynı ad altında her yıl farklı alanlarda “fıkra ve deneme”den başlayarak, “edebî tahlil ve tenkit”, “hikâye ve roman”, “tiyatro ve senaryo”, “ yeni şiir ve âşık tarzı manzume”, “ lisansüstü dil ve edebiyat tezi” yarışmaları düzenlenmesi isabetli olacaktır. Bu konularda, sayısı 40 ‘ı aşan İstanbul’daki Üniversitelerin Sosyal Bilimci yönetimleriyle, yine sayısı 40’ı bulan İstanbul İlçe Belediyeleriyle ve İstanbul Büyükşehir’in kültür birimleriyle “paydaş olarak” işbirliği imkânları bulunabileceğini düşünmekteyim.

      Vakıf Başkanı Serhat KABAKLI’nın öncülüğünde, Azerbaycan’da Türk Edebiyatı Vakfı’nın ve Dergisinin bir şubesinin açıldığı Bakü’deki ziyaret günlerimizde edebiyatşinas soydaşlarımızın büyük alakasıyla ve muhabbeti ile ağırlanmıştık. Temennimiz, diğer Türk başkentlerinde de bu faaliyetin canlanması ve yürütülmesidir. Bir zamanlar, derginin kurulduğu 1972 başında, Türk dünyasından şiir ve eser gelmesi hayaldi, yasaklar har yeri sarmıştı. Rahmetli Bahtiyar Vahabzade’nin şiirleri Alman asıllı Müslüman Ahmet Schimiede vasıtasıyla ancak dergimize ulaşabiliyordu ve bu haberleşme işi önemli bir hadise olarak Kabaklı Hocayı sevindiriyordu. Halbuki 13 yıl sonra 1986’da, Bahtiyar Muallim, Vakfımızın misafiri olarak kürsümüzde konuşurken bize sitem edecek ve “Yahya Kemal’in, Fikret’in, Mehmet Âkif’in, Nazım’ın Türkçesini ne yaptınız ?” diye serzenişte bulunacaktı. O zamanlardan günümüze çok şey değişti, değişecek ama dünyanın en güzel dili Türkçe ebediyyen yaşayacak. Yetişmekte olan her nesle bu şuur ve sevgiyi yerleştirmenin, değişen zamana göre gereği ne ise yapılmalıdır. 

      Bu dergi, dualı bir dergidir. Dualarla yaşamıştır, yaşayacaktır. Bu vesileyle ilk sayıdan itibaren dergide eserleri yayınlanan kalem erbabından ebediyete kavuşanları, başta hocam Ahmet Kabaklı olmak üzere rahmetle yad ediyor, yaşayanlara sağlık ve afiyetler diliyoruz efendim.

4 Kasım 2016  · ASKER UĞURLAMALARINA BAKARKEN…Salı akşamı, Sakarya otogarında, davullu, zurnalı, şenlikli; vakur olduğu kadar hüzünlü asker uğurlamaları vardı. Ben, sadece bize has bu millî manzaralara, farklı yerlerde defalarca şahit oldum. Gözü yaşlı ve gururlu analar, yufka yürekli, mahzun ablalar, bacılar, yengeler, teyzeler, halalar, küçük kardeşler, yeğenler, emmioğulları, dayılar, amcalar...ille de dedeler, nineler..besleyip büyüttükleri henüz 19'undan yirmiye yeni adım atmış kara yağız, tığ gibi delikanlı, şahin bakışlı, çelik bilekli, aslan parçası evlatlarını uğurlarken adeta çocukluğumuzda duyduğumuz "Annem beni yetiştirdi bu vatana yolladı...Allaha ısmarladı" sözlerinin nakaratını tekrarlar gibiydiler." En büyük asker bizim asker " diye koro halinde yükselen erkek seslerinin kalabalığı ortasında, sırtına al bayrağı hil'at yapmış gençler, eller üstünde yukarı atılıyor ve sonra eller onu tekrar kucaklıyordu. Sonra veda faslı geldi, gençler koçlar gibi tokuştular..Her hallerinden ana olduğu belli hatunlar, belki de şehit namzedi oğullarına tekrar sarıldılar..Dualar okudular. Evlatlarını zamanında bayraklarla askere uğurlamış ben ve benim gibi nice babalar, bu gözler ve gönüller coşturan tabloları asla unutmamak gerektiğini tekrar tefekkür ettik, Fatihalar okuduk...Allah, evlatlarımızı korusun.Vatanımız, milletimiz, devletimiz, bayrağımız ve Türkçemiz ebediyete kadar yaşasın...Şehitlerimiz asla unutulmasınlar..

3 Kasım 2018  · BİR ZAMANLAR…ŞÜKRAN ,TEŞEKKÜR ve DUA VASFINDADIR…

Dün ( 2 Kasım 2018, Cuma ) itibariyle-bence önemli- bir ameliyat geçirdim. Hamdolsun iyiyim. Kendimdeyim. Bu vesileyle, tanıştığımız günden beri nezaket ve gůler yüzüyle her sorumu cevaplayan, operasyonu hayırlısıyla tamamlayan Prof.Dr.Ahmet Tunç ÖZDEMiR beye ve ekibine, hemşirelerimiz Aybala hanım ve Gizem hanıma, titizlikle gayret gösteren görevlilere şükranlarımı arz ederim. Sağlık ve afiyet temennilerini bildiren degerli arkadaşlarıma ve sevgili öğrencilerime teşekkür ederim.Bilhassa her zor zamanımızda birbirine kenetlenen Allah'ın nimeti aileme ve akrabalarıma sonsuz minnettarlığım hep baki kalacaktır.Allah hepinize sağlık ve afiyetler, hayırlı huzurlu hizmetler nasip eylesin. Cevabi mesajlarınızı okuyup okuyup duygulandım, duygulana duygulana okudum.Hocalık böyle bir şey işte. Selamlarımla hepinize tekraren sağlıklar diliyorum. Allah hiçbirinizin eksikliğini göstermesin

1 Kasım 2014  · Yıl 1958-59’daki bir resmi düşünürken...Altı yaşında bir adam ufağı…

Kinik burunlu, gedik dişli. Küsmeye bahane arıyor. Okula başlayalı birkaç hafta olmuş. Zile'de evlerinin bulunduğu, Minare-i Sagîr Mahallesi- Turabî Sokak'taki köşebaşında bulunan 1 numaralı bahçeli, üç katlı evden , ekmek almaya gittiği çarşıdan ve Altınyurt İlkokulu'nun bahçesinden başka yer tanımamış Allah'ın safı. Mehmet Mehdi Ergüzel .O yıl sadece Fenerbahçe'yi tutttuğumu, dedemle çarşıya gittiğimi, babaannemin yemek yapmasını seyrettiğimi, ilk öğretmenim rahmetli Bekir Telkenar'ın ölçülerle ilgili sorularında şaşırdığım için korktuğumu, resim yapmaktan hoşlandığımı...hatırlıyorum...Ve mahallede bitmeyen oyunlar, yaramazlıklar....Keşke onu bir daha görüp sohbet edebilsem, onunla şakalaşabilseydim. Gel de çocukluğunu özleme...Vâ hasretâ...

1 Kasım 2015  · Bir zamanların …Seçim sonuçları Üzerine… 

Aziz milletimize, devletimize, vatanımıza,istikbalimize hayırlı, uğurlu olsun... Milletimiz olgundur, şuurludur, ders verir, alabilene...Tafsilatlı yorumlar, zamanla yapılacaktır. Kendini yenileyemeyen, kibirli üslûp kullanan, diyalog kuramayan, davasını anlatamayan, çocuksu sembollerle yetinen, muhtevayı ihmal eden, istişare etmeyen, fikrî zeminini unutan, asık suratlı "sadece ben bilirim"ciler, ilm-i siyasetin güçlüğünü anlamalıdırlar. Zorla güzellik olmaz. Millet, ikna olmak ister. Projeler bekler...Millete hem saygı duyacaksınız hem de onun temayüllerini anlamayacaksınız...Derdine deva olmayacak ve sesine kulak vermeyeceksiniz..Ümitlerini kıracak,emeklerini heba edeceksiniz...Bu olmaz, olamaz...Sabrın sınırını millet tayin eder..Millete saygı, demokrasinin vazgeçilemez kuralıdır..Hayırlı, uğurlu ola..Allah; devlete, millete zeval vermeye...Devletimiz ebedi, milletimiz müreffeh, vatanımız mamur ola..

1 Kasım 1928'deki Harf İnkılabının 95.yılındayız. 

Köktürk alfabesinden günümüze tarih boyunca değişik alfabeler kullandık. Kutsiyet alfabede değil mana ve ruhtadır. Bazı eksiklerine rağmen şimdiki alfabemiz bin yıl kullandığımız Arap kaynaklı ve Kur’ân'ın da yazısı olan alfabeden daha pratik ve Türkçenin ses yapısına daha uygundur...İşaret sistemine kutsiyet atfetmek doğru değildir...Ancak bin yıl boyunca yazılan bütün metinler yeni alfabeye aktarılmış ve bin yılın kelimeleri, kavramları, bütün ruhuyla, mahiyetiyle yeni nesillere öğretilmeye, yaşatılmaya devam edilmiş olmalıdır.. Aksi halde köklerle dalların bağlantısı kopar...

1 Kasım 2014  · Televizyonda üzülerek dinledim. Acaba nasıl bulmalı bu bölümü de gençlere dinletmeli, diyordum. Türkçesi kıt olanlara işte has Türkçe..Biz boşuna mı okumuşuz ne...Allah sabır versin analara bacılara..Bize de iz'an...Teşekkürler Recep Bey kardeşim...Üzülmesini bilmeyen adam mıdır ? Üzülelim,yanalım,belki kurtulur gemi...Cocuklarımız ağlamasın. Biz duygulu milletiz.Yine de duygularımızı denetlemek zorundayız yoksa duygularımız istismar ediliyor. Dik duralım. Çocuğun ses tonu ve tane tane okuması, şiire uygun. Öğretmenini tebrik etmeli, başka şiirlere de alışmalı ama ağlamadan..Atatürk yaşasaydı ağlayan değil gülen, ciddi ve çalışkan çocuklar yetiştirmemizi isterdi..