Mutluluk, göreceli bir kavram...

Kimisi yokluk içinde de olsa alın teriyle kazanılmış bir ekmeği evine götürdüğünde, ondan daha mutlusu yoktur. Kimilerine ise dünyaları verseniz yetmez; biraz daha, biraz daha ister. Verirler yahut alır, yine yetmez. Her aldığında mutlu olacağını sanarak, hep bir arayış içindedir.

Bana göre dünyadaki mutluluğun kaynağı; her insanın aklına, fikrine, merhametine, vicdanına, hayata bakış açısına ve tabii ki verdiği, vereceği mücadeleye bağlıdır.

Elbette toplumların inanç yapılarıyla da doğrudan ilgisi vardır ama bu konuya hiç girmeden, hiç bitmeyecek bir tartışma açmak istemiyorum.

İnternette, ilginç ve düşündürücü bilgiler içeren sayfalarda gözüme bir makale ilişti ve okumaya başladım.

Ve tabii ki bir kez daha bir hayat dersi okuyarak bilgi dağarcığıma ekledim. Değerli dostlarımla, arkadaşlarımla ve tabii ki okuyucularımla paylaşmak istedim.

Alan alır, almayan almaz diyerek...

Hintli milyarder Ratanji Tata'ya bir röportajda soruluyor:

“Efendim, hayatta en mutlu olduğunuz anı ne olarak hatırlıyorsunuz?”

Ratanji Tata şöyle diyor:
“Hayatta mutluluğun dört aşamasından geçtim.

İlk aşama, zenginlik ve kaynak biriktirme aşamasıydı. Ama bu aşamada istediğim mutluluğu elde edemedim.

Ardından, kendime göre değerli eşyaları toplama aşamasına geçtim. Ama bunun da etkisinin geçici olduğunu ve değerli şeylerin parıltısının uzun sürmediğini fark ettim.

Üçüncü aşama, büyük bir proje alma dönemiydi. O zaman Hindistan ve Afrika’daki dizel yataklarının %95’ine sahiptim. Ayrıca Hindistan ve Asya’daki en büyük çelik fabrikasının sahibiydim. Ama burada da hayal ettiğim mutluluğu elde edemedim.

Arayışım devam etti,” diyor Tata:

“Dördüncü adım, bir arkadaşımın benden bazı engelli çocuklar için tekerlekli sandalye almamı istemesiydi. Yaklaşık 200 çocuk... Arkadaşımın tavsiyesiyle hemen tekerlekli sandalyeleri aldım.

Ama arkadaşım ısrarla benim de onunla gelmemi ve sandalyeleri çocuklara vermemi istedi. Ben de kıramadım, hazırlanıp onunla gittim.

Orada bu çocuklara tekerlekli sandalyeleri kendi ellerimle verdim. Çocukların yüzlerinde garip bir mutluluk parıltısı gördüm. Hepsini sandalyede otururken, dolaşırken ve eğlenirken gördüm. Kazanan bir hediyeyi paylaştıkları bir piknik yerine ulaşmış gibiydiler.

İşte o an, gerçek mutluluğu içimde hissettim.

Orada, vaktimin yettiğince biraz düşünme fırsatım oldu o mutlu çocukları izlerken...

Tam ayrılmaya karar verdiğimde çocuklardan biri bacağımdan tuttu. Bacaklarımı yavaşça kurtarmaya çalıştım ama çocuk yüzüme baktı ve bacaklarımı sıkıca tuttu. Eğilip çocuğa sordum: ‘Başka bir şeye ihtiyacın var mı?’

O çocuğun verdiği cevap beni sadece şok etmekle kalmadı, hayata bakışımı da tamamen değiştirdi.

Çocuk dedi ki:

‘Efendim, yüzünüzü hatırlamak istiyorum ki cennette buluştuğumuzda sizi tanıyıp bir kez daha teşekkür edebileyim!..’”

Kimisinin pırlantası büyük, kimisinin ekmeği bayat...

Ve ezcümle: Geçtiğimiz günlerde Türk Kadınlar Birliği olarak, ilimizde uzun zamandır hizmet vermeyen ve bir köşede atıl şekilde olan "Anne Bakım ve Emzirme Kabini"nin açılışını yaparken; sunuculuğunu üstlendiğim bir bölümde, şiir okuyan bir arkadaşımı dinlerken dalıp gitmişim...

Bir canlıya bir bardak su, bir tabak yiyecek vermek, hele hele bir insana... Ve yine hele hele bir kadına, bir anneye bir iyilikte bulunmak, onlara küçük de olsa bir fayda sağlamak kadar insanları mutlu edebilecek ne olabilir ki, diye içimden geçirdim.

Ve göreceli bir kavram olan “mutluluk” kelimesinin içini, kendimce ve nacizane doldurmaya çalıştım. Herkes okusun ve o kelimenin içini kendi yolculuğuna göre doldursun diye...

İşte öyle...
Birgülce