Eylül 1974’te, Kıbrıs Harekâtı’nın millî heyecanını bütün ülkede yaşadığımız günlerde,

bir yıllık genç bir Edebiyat Öğretmeni olarak gönderildiğim, ikinci görev yerim Yozgat’ın Çekerek ilçesinde, hayatıma yeni ufuklar açmaya çalıştığım zikzaklı ruh hâlleri içindeydim.

Rahmetli hocalarımdan Doç.Dr. M. Necmettin Hacıeminoğlu’na uzunca bir mektup yazmıştım. Üç dört gün içinde cevabı geldi. Çok sevindim, defalarca okudum ve onun tavsiyeleri istikametinde 22 yaşımın tecrübesizliğini, kendimce mantıklı düzenlemelerle şekillendirmeye çalıştım.

O zamanlar 42 yaşında olan rahmetli hocam, Türkiye’nin tanıdığı kıymetli bir ilim ve fikir adamıydı. Bilhassa “Milliyetçi Eğitim Sistemi”  ile “Milliyetçilik-Ülkücülük-Aydınlar” ve “Türkçenin Karanlık Günleri” isimli kitapları, yeni gençlik tarafından okunuyor, Ortadoğu Gazetesi’ndeki haftalık, muhtelif dergilerdeki aylık yazıları, dikkatle takip ediliyor, konferansları ilgi görüyor, bilim adamı cephesi de erbabınca iyi biliniyordu.

Bahsettiğim mektubu tam 50 yıldır, saygıdeğer bir hatıra olarak saklıyorum. Hocamın cevabî  mektubunu yarım asır sonra burada size sunmayı, yakın tarihe bir not düşmek bakımından önemli bulmaktayım.

Mektup, bizim ve bizden öncekilerin değer verdiği, uzakları yakın eden bir haberleşme yoluydu. Çocukluğumuzun “Bak postacı geliyor, selam veriyor, herkes ona bakıyor, merak ediyor..” şarkısının sınıftaki postacısı olarak öğretmenim nedense, hep beni seçerdi. Telefon henüz çok  kolay bir vasıta hâline gelmemişti ve muhataba ulaşmak da mümkün olmayabiliyordu. O yüzden mektup, hem sükûnetle yazılabilmesi, hem yazılanları yeniden gözden geçirebilme imkânı dolayısıyla tercih ediliyordu. Günümüzde mektupların unutulduğu, anlık mesajların çocuktan yetişkine kadar herkesi farklı hâllere büründürdüğü düşünülürse, mektuba dair yazılacaklar birçok kimseye değişik gelebilir. Postacının yerine kargocunun geçmesi, haberleşmenin şaşırtıcı bir hızla gerçeğe dönüşmesi, karlı ve aşılmaz dağların ardında hasreti çekilenlerin duygularını da yok etti mi bilemem. Ancak ben yine ümitvarım. Bir gün gelecek, insanî dengelerimizi tekrar bulacağız. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, insanoğlu, aklı ve mantığı kadar duygularıyla da vardır. İlim ve teknoloji insanın iç âlemini ne kadar değiştirebilir ki? Aradan yarım asır geçmesine, o kadar göçlere, taşınmalara, kayıplara rağmen bana bu değerli mektubu saklatan saygı, rahmetli hocamın naçiz şahsıma verdiği değerdir.

22 yaşında bir yıllık bir Edebiyat Öğretmenine, Fakültedeki hocasından cevabî mektup gelmesi, çok önemliydi. Bu mektup  hayatıma yön verici kıymetli bir belge ve  şahsım için tarihî bir değer taşımaktaydı. Tereddütlerle dolu o kavşak noktasında, yönümü karar ve  güvene çeviren bir cesaret kaynağıydı. Rahmetli hocam, bu kısa, özlü ve mânâsı itibariyle dopdolu mektupta bana güven, disiplin ve cesaret aşılamakla kalmamış, fikrî ve ilmî şahsiyetimin de temelini atmıştır. Kendisiyle sonraki yıllarda -mesafeyi muhafaza ederek- defalarca görüştük. Mektuptaki tavsiyelerine istinaden, o yılın sonuna doğru imtihana girdim ve doktora programına kaydoldum. Memleketteki siyasî gerginliklerin o çetin yıllarında, “milliyetçi üslubum dolayısıyla, sudan sebeplerle,  çoluk çocukla beraber defalarca  sürgünden sürgüne gönderildiğim 10 yıla yakın zamanda”, istemeye istemeye ara verdiğim doktora çalışmalarımı, ancak sular durulduktan sonra 80 İhtilalini takip eden yıllarda tamamlayabilmiştim. Rahmetli hocamın temenni ettiği gibi bu mektuptan ancak 80 mevsim sonra 20 yıllık tecrübeli bir hoca olarak “üniversiteye intisap etmek” nasip oldu.

Aradan 50 sene geçmiş, dile kolay. Bu 600 ay süren yarım asrın 20 yılı Millî Eğitime bağlı okullarda muhtelif şehirlerde, 30 yılı da -çoğu Sakarya’da olmak üzere- Üniversitelerde devam edegeldi. Vasıl olduğum bu neticede rahmetli hocamın payı büyüktür ve ilk sıradadır. Onun “Yeni Bir Dünya” kitabındaki “Kapıldım Gidiyorum” hikâyesi, Kerkük’te görevle bulunduğu 1972’de yazılmış ve Türk Edebiyatı Dergisi’ne gönderilmişti. Zarfı ben açmış, ilgiyle ve hayretle okumuştum. El yazısı ile kaleme alınmış bu hikâyede anlatılanlar, Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’nda onun  öğrencilik yıllarının bizim neslin yaşadıklarının 20 yıl önce (1950’lerde) aynı mekândaki benzeriydi. Bu bakımdan duygulanarak okuduğum hikâyeden  etkilenmemem mümkün değildi.

Rahmetli Hacıeminoğlu, fikrî, edebî, ve ilmî şahsiyeti örnek alınması gereken bir insandı. Üniversiteli gençliğin ondan ve eserlerinden öğrenecekleri çoktur. Fani varlığının hatırası olan kitaplarının okunması ve anlaşılması şarttır. Metnini sunduğumuz mektubundaki 59-60 cümlede yer alan 487 kelimeyle oluşan her ifade, ders mahiyetindedir. Bir hocanın öğretmen olmuş talebesine hitaptaki şu nezaket, asalet ve samimiyetle yüklü cümleler, unutulacak gibi değildir :

·         Hepimiz bir bayrak yarışının koşucularıyız.

·         Her gün dâvâmızın haklı, doğru ve herkesçe  kabul edilebilecek güçte olduğuna yeniden inanıyoruz. İnancımız tekrar tekrar tazeleniyor.

·         Maya tutmuş, meş’aleler tutuşmuş ve yüz binlerce fidan toprağa kök salıp tomurcuklanmıştır.

·         Ne zaman biteceği bilinmeyen kutsal bir savaşın neferlerisiniz. Arkanıza bakmadan ilerleyeceksiniz. Milletin nabzı daima elinizde olacak.

·         Hiçbir savaş dört duvar arasında ve masa başında kazanılmaz.

·         Ülkücünün bavulu kapının ardında durmalıdır.

·         Tanrı Türk’ü korusun. Her şey Türklük için olsun.

Rahmetli Hocam Necmettin Hacıeminoğlu, fikrî ve siyasî mahiyetteki yazıları ve kitaplarıyla, bizim nesil üzerinde ikna edici, yönlendirici ve güvenilir tesirler icra etmiştir. O her şeyden önce disiplinli bir bilim adamıydı. Tezleri ve makaleleri, Türk dili araştırmalarının sağlam kaynakları arasındadır. “Milliyetçi Eğitim Sistemi” kitabında 55 yıl önce yazdıkları, layıkıyla anlaşılabilseydi, eğitimimiz bu günkü perişan hâline düşmez, çok ileri seviyelerde olurdu. ”Türkiye’nin Çıkmazları” kitabında toplanan fikrî yazıları hâlâ uyandırıcı mahiyette, tavizsiz millî bakışlardır. “Milliyetçilik-Ülkücülük-Aydınlar”, bir zamanların ülkücü gençliğini şekillendiren temel kitapların başındaydı. Bu eser günümüz ve yarınlar için de kaynak sayılmalıdır. “Türkçenin Karanlık Günleri” ne ışık tuttuğu dil yazıları, hepimizin zihnini açmış ve acı acı  düşündürmüştü. “Yeni Bir Dünya” ise onun duygulu ve hassas mizacının, “millî romantizmi idrak etmiş ruhu” nun yansımaları olan hatıra-hikâyelerdir.

Hocamı, vefatının 28. yılında rahmetle anıyor, benim için, hayatımın dönüm noktası değerindeki mektubunu 50 yıl sonra size el yazısıyla ve metin olarak arz etmeyi bir vazife sayıyorum. Eserleri okunmalı, tahlil edilmeli, yeni yetişen gençlere yeniden sunulmalıdır. Hem âlim hem ârif olan hocamın ruhu “yıldızların söneceği güne kadar” nurlar içinde ışıldasın, Fatihalarımız aziz hocamıza armağan olsun….

                                                                                                                                       İstanbul, 11.9.1974

     Mehmetciğim,

      8.9.1974 tarihli güzel, samimi ve rahat bir üslupla yazılmış mektubunu, hem zevkle, hem de memnunlukla okudum. Talebelerimden gelen mektupları daima sevinçle okurum. Seninki ayrıca çok da güzel ve mânâlıydı… Anadolu’nun maddî ve manevî çorak topraklarına bir Nisan yağmuru damlaları gibi serpiştirdiğimiz ülkücüler, yağdıkları toprağı rahmete kandırmadan, oraları terk etmeğe mecbur kalıyorlar. Şükür ki, ayrılanların yerine yenileri geliyor. Artık ülkücülerin sayısı, gücü ve iradesi hiçbir teşkilatın saldırısı ile yıkılmayacak kadar büyük, geniş ve sağlamdır. Hepimiz bir bayrak yarışının koşucularıyız. Kendimize ait yeri koşup mesafenin sonuna geldiğimiz zaman, karşımızda, eldeki bayrağı almağa hazır koşucuların tehalük ve heyecanla beklediğini görüyoruz. Bize ümit veren, ışık tutan budur. Her gün, dâvâmızın haklı, doğru ve herkesçe kabul edilebilecek güçte olduğuna yeniden inanıyoruz. İmanımız tekrar tekrar tazeleniyor. Zaman zaman lise çağlarındaki heyecanımı duyuyorum. Maya tutmuş, meş’aleler tutuşmuş ve yüz binlerce fidan toprağa kök salıp tomurcuklanmıştır. Türkiye’nin her köşesinden aynı sert rüzgârların estiğini duyuyoruz. Sahipsiz, ıssız dağ köylerinden sesimize ses verenler çıkıyor. Türk Milleti Ergenekon’dan çıkmağa hazırlanıyor. Bu çıkışı ve onu takib edecek yükselişi sizin nesil mutlaka görecektir. Bütün ülkücülere verdiğimiz öğüt şudur :

     Ne zaman biteceği bilinmeyen kutsal bir savaşın neferlerisiniz. Arkanıza bakmadan ilerliyeceksiniz. Milletin nabzı daima elinizde olacak. Milletle el ele, iç içe, gönül gönüle çalışacaksınız. Hiçbir savaş dört duvar arasında ve masa başında kazanılmaz. Yetişen Türk nesillerinin kafalarını millî ülkülerle doldururken, milletimizin de gönlünü fethedeceksiniz.

     Bu nasihatların hakkıyla tutulduğunu görüyoruz.

     Senin, mesleğinde en son noktaya kadar ilerleme azmin, her ülkücüde bulunmasını istediğimiz en sağlam itici güçtür. Bu azim ve arzun hiç zayıflamamalıdır. Ben de, elimde  kırık tahta bavulumla mavi-yeşil çinili Yüksek Öğretmen Okulu’nun kapısını çaldığım zaman, içimde aynı ateş yanıyordu. Mezuniyetten sonra Bitlis lisesine oradan da Osmaniye’ye gittiğim günlerde de bu ateşim hiç sönmedi. Nihayet Tanrının yardımı ile üniversiteye girdim. Bugün sizler  için böyle imkânlar daha fazladır. İzmir ve Adana’da edebiyat fakültesi açılması muhtemel görülüyor. Kulağın bu konularda tetikte olsun. İstediğin doktora çalışmasını burada da Hacettepe’de de yapabilirsin. Biz kürsüde devam şartı koşmayız. Hacettepe’ye gitmek istersen, ben Dr.Ahmet Bican’a, Dr.Turgut Günay’a (Yetik Ozan) ve Şükrü Elçin’e mektup yazarım. Gittiğin zaman bu arkadaşlara rahatlıkla benim selamımı söyler ve açılabilirsin.

     Hem meslekî, hem de ülkücü neşriyatla irtibatı koparmamalısın. Kalem tecrübelerine de mutlaka devam et, Hisar, Türk Edebiyatı, Töre ve Ocak’a yazabilirsin. Kitap tenkitleri yapmak da mümkün deneme ve hikâye yazmak da. Talebelerle nasıl haşır-neşir olunacağını muhakkak ki gayet iyi biliyorsun. Aynı şekilde devam etmelisin. Mümkün olduğu kadar çok milliyetçi roman ve ülkücü kitap tanıtmalısın. Tabiî, âdil, şefkatli ve mert bir ağabey-öğretmen olduğunu kabul ettirmelisin.  Hem dürüst hem de konusunu iyi bilen bir öğretmen olduğun için sana hiç kimse fazla bir şey yapamaz. Olsa olsa her yıl bir başka yurt köşesine gönderirler. Ülkücünün bavulu kapının ardında durmalıdır.  Gideceğin her yere aynı ışığı götüreceksin. Tekrar edeyim ki, doktora azminden ve üniversiteye intisap etme arzundan vaz  geçme. Biz de elimizden geleni yapmaktan kaçınmayız. İrtibatımız da kesilmesin.

       Sana daimi başarılar diler, gözlerini öperim. Bütün ülkücülere sevgiler. Tanrı Türk’ü korusun. Her şey Türklük için olsun…

                                                                                                                  Necmettin Hacıeminoğlu