Nereden başlayacağımı inanın bilmiyorum şu an. Öyle sancılı bir süreç yaşadıktan sonra yazacak derman mı kaldı kalemde.

Beyin yorgun, yorumlar şaşkın, siyaset muamma. Ülkemiz yüz yılın felaketiyle tarumar olmuşken, siyasetimizin fay hatlarında da benzer şoklarla sarsıldık. Kimsenin beklemediği bir gelişmeydi bu. Bir anlamda; umutla ayağa kalkan, Cumhuriyetin kurucu değerlerini inançla sahiplenen, seçim heyecanı ve güzel günlerin hayaliyle gözleri ışıldayan insanların düş kırıklığıydı yaşanan. Köprüden önceki son çıkışı da kaçırmanın üzüntüsü ve telaşıyla moral motivasyon darmadağın olmuştu milletin büyük kesiminde. Liderlerin özverili davranışlarıyla kriz şimdilik atlatılmış gibi görünse de artçı sarsıntılara da hazırlıklı olmak gerekiyor. 

Peki bu kriz neden çıktı, kime ne kadar zarar verdi, kim ne kazandı? Bu sorunun cevabı, nereden başlayacağınıza ve nereden baktığınıza bağlı. Analizi sayfalar sürecek kadar karışık ve karmaşık bir konu. İki gündür sizler de muhtemelen benim gibi kanaldan kanala gezerek yorumları dinlemeye, ne olup bittiğini anlamaya çalıştınız. Her TV kanalının bir felsefesi, benimsediği bir dünya görüşü ve desteklediği bir siyasi parti olduğunu düşündüğümüzde, yorumların da birbirinden farklı olmasını yadırgamamalıyız. Benim dünya görüşümü okurlarım bilir. Siyasi tercihlerim ve tavırlarım da bellidir. Benim yorumlarıma da öyle bakarsanız birbirimizi daha iyi anlamış oluruz. 

Geçen hafta tesadüfen karşılaştığım İYİ Parti Edirne İl Başkanı Eczacı Serpil Tütüncü ve İYİ Partili arkadaşlarla sohbet ederken  Cumhurbaşkanı adayının açıklanmasında çok geç kalındı demiştim. Partili arkadaşların argümanları aylardır hep aynı olmuştur: “Aday erken açıklanırsa yıpranır. Adayı açıklamak işin en kolay tarafı.” Yahu demiştim, adam daha iki günde yıpratılacak kadar zayıfsa zaten aday yapılmamalı. Eğer adaylığı göze alıyorsa, o zaman iftiraları da göğüsleyecek ve bertaraf edecek kadar güçlü ve cesur olmalı.  

Bu aday krizinin siyaset cenahına ve Millet ittifakının seçmenlerine ne derin travmalar yaşattığını içimiz burkularak izledik. Herkes bir başkasını suçlayarak yıkımın sorumluluğundan kurtulmaya çalışamaz. Kim nerede hata yaptı? Bunu samimiyetle cevaplamak zorundadır partililer ve tabi ki liderler. 

Süreç bence başından beri yanlıştı. İlk düğmenin yanlış iliğe takılması gibi. Konsensüs elbette çok güzel ama paydaşların özgül ağırlığı doğru hesaplanması şartı ile. Çünkü siyasetin de bir matematiği vardır. Sonra 6’lı masa tabiri de doğru değil. Masada birbirinden farklı altı görüş yok ki. Üçünün de mayası Milli Görüş ile karılmış. İkisi zaten AKP’den gelmiş. Zihniyetler aynı, hassasiyetleri aynı. Ha nüanslarsa önemli olan, bu masada Zafer partisi, Memleket Partisi,Türkiye Değişim Partisi,Genç Parti niye yok? Söz konusu bir oy bile önemliyse, bunların oyları sayılmıyor mu? İktidarın size zillet dediği gibi, yoksa siz de onlara aynı sıfatı mı münasip görüyorsunuz? CHP sol parti midir? Eğer öyleyse , listelerinde sağ partilere ayırdığı kontenjanın onda birini neden devrimci partilere de ayırmaz? Sayın Kılıçdaroğlu yola çıkarken “Genel Başkanlar aday olmamalı “demişti. O zaman kendi koyduğu ilkeyi kendi egosuna kurban etmiş olmuyor mu? Z kuşağının kendisine pek olumlu bakmadığını bilmiyor mu? 

Sayın Meral Akşener, R.T.Erdoğan’a “bay kriz” diye yüklenirken, bugün siz de bir krizin müsebbibi oldunuz. Size büyük bir umut ve inançla bağlı seçmenlerde hayal kırıklığı yarattınız. Kemal Kılıçdaroğlu  bütün konuşmalarında defalarca “Belediye Başkanlarımız görevlerine devam edecekler, aday olmayacaklar” derken ve  bir yıldan beri “aday benim” sinyalleri verirken siz bunun farkına varamadınız mı? Kılıçdaroğlu’nun hamlelerini gördüğünüz halde sessiz kaldıysanız son dakikada yaptığınız davranışın sonuç alacağını mı zannettiniz? “Kılıçdaroğlu’na bi şey dediğimiz yok, biz sadece kazanacak aday istiyoruz.”diyorsunuz. Kılıçdaroğlu’nun kazanamayacağını düşündüğünüze göre metne niçin imza attınız, aday değişmediğine göre aynı masaya bugün neden geri döndünüz? Bu arada şunu da söylemeliyim ki; iyi ki de döndünüz, ama  giderken kullandığınız üslup doğru muydu?  

Değişik illerden telefonla arayan arkadaşların üzüntülerini ve şaşkınlıklarını bir bilseniz. Bu soruları düşman olduğumuz için değil, bilakis sizi çok sevdiğimiz için sorduğumu bilesiniz. İçinden geçenleri, ruhunda yaşadığın ıstırapları,memleket sevdanı,Türklük aşkını ve ATATÜRK’e gönülden bağlılığını hepimiz biliyor,cesaretini ve mücadeleni alkışlıyoruz. İYİ’ler olmasaydı bugün bu kadar umutlu olamazdık, bunu da biliyoruz. Bazı adamların sözünün eri olmadığını, en samimi zannettiklerinin menfaat için nasıl fırıldak olduklarını, davayı kendi egolarıyla kirletenlerin hangi pazarlıklara imza attıklarını, en güvendiklerinin seni nasıl yalnız bıraktıklarını tabi biz de ibretle izliyoruz. Ama ne olursa olsun son çıkışınız yanlış bir taktik,stratejik bir hata idi. Atalarımız ;” keskin sirke küpüne zarar” demişler.Bir diğer atasözümüz de aslında çözümün anahtarını uzatır bize; ”Zararın neresinden dönülürse kardır.” 

Diyalog, demokrasiler ve gelişmiş toplumlara ait bir iletişim tarzıdır.Masadan kalkınca kimler üzüldüyse, masaya dönüşünüzle onlar demokrasi adına,hak ve hukuk adına, Andımız ve Anayasa adına,Türklük ve Atatürkçülük adına çok ama çok sevindiler, sevinç göz yaşlarıyla birbirlerine yeniden inançla sarıldılar. Umarım güneşimiz bütün kalpleri ısıtmaya, yarınlarımızı aydınlatmaya, kitleler yeniden “Topuklu Efe” ile güzel günler için birlikte yürümeye devam eder. Bu yol kazasını aşmakta pay sahibi olan,başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere tüm parti kurmaylarına ve çalışma arkadaşlarına teşekkürlerimi sunuyorum. İnanıyorum ki; diyaloğun zaferi, rejimin zaferi olacaktır. Güzel günler göreceğiz çocuklar inanın, güneşli günler.