​​​​​​​ VEFATININ 40.YILINDA PROF.DR.FARUK K.TİMURTAŞ’IN “YAŞAYAN TÜRKÇEMİZ İDEALİ” ÜZERİNE…(2)

A. Hamdi Tanpınar, bir yazısında  “ Dil, sadece atmakla kurulmaz. Atmak, çerçeveyi daraltmaktır. Kurmak ise o dille ifade edilecek dünya ve insanın peşinde koşmaktır.”  diyor.“Yaşayan Türkçe”yi kendine millî bir ideal sayan F.K. Timurtaş ve dava arkadaşları da dilimizin bin yıl boyunca kazandığı ifade kudretini yok etmek isteyen ilim dışı teşebbüsleri durdurmak için ömürlerini vermişler, sonunda “önceki nesillerden emanet olan dava”yı koruyup gözetmişler sonraki nesillere devr eylemişlerdir. Bu davanın ana çizgileri bellidir: *Türkçenin tarihten günümüze işleyen ve geleceğe doğru akan şaşmaz ve sağlam kuralları vardır.*Türkçe, yenilenir, sadeleşir ve zenginleşirken, asırların kazandırdığı dilimize mal olmuş kelimeler yok sayılamaz, atılamaz, feda edilemez.*Yeni teklif edilen kelimeler, dilin kurallarına uymuyorsa kabul edilemez, dilin zedelenmesine izin verilemez.*Yakın anlamlı kelimelerin aralarındaki nüans azaltılamaz.*Dilin sahibi millettir. Milletin benimsemediği kelimeler, eğitimde baskı ve zorlamayla dayatılamaz.*TRT ve basın yoluyla dile kasteden yayınlar, devlet eliyle denetlenmelidir.*Uydurma kelimelerle edebî zevk bozulmamalıdır.*Dil meselesi siyasete âlet edilmemeli, uzmanlarının denetimine bırakılmalıdır.*Yeni kelimeler mutlaka erbabının görev aldığı kurullarca incelenmelidir.* Türk Dil Kurumu mutlaka, dilci, edebiyatçı ve ünlü kalem sahiplerinden oluşan kurullarca yönetilmelidir. *Sadeleştirmede ölçü kaçmamalıdır.*Dilde kıvam veya sulandırma arası denge gözetilmelidir.*Dile kazandırılacak ve dilden çıkarılacak kelimelerin kararını dilin sahibi olan millet verir,*Keyfî tutumlardan kaçınılması şarttır.*Yaşayan dilden uzaklaşılmamalı, ilmî ölçülere uyulmalı, dilden canlı, yaşayan kelimeleri atmanın düşünce sistemini bozduğu unutulmamalıdır. Bir konuşmasında “Ben karakterim icabı, yanlışlıklar karşısında susacak kimse değilim. Esasen gerçek ilim adamları; yanlışlar, ilme aykırı davranışlar karşısında sessiz duramazlar. Benim öteden beri ileri sürdüğüm görüş, idari ve siyasi bakımdan ve devlet eliyle müdahale edilmemesi, baskı yapılmaması, dil meseleleriyle sadece yetkililerin yani dil bilgilerinin ve büyük yazarların uğraşması doğrudur. Onu nereden bulacağız, bunu nereden getireceğiz demekle iş başarılamaz. Yapmak için önce başlamak, teşebbüse geçmek şarttır. Atılan ilk adımlar yanlış ve eksik de olsa sonradan düzeltilebilir. “Henüz zamanı değil.” mülahazasıyla birçok nimetlerden mahrum kalmış bulunuyoruz. Halkımızın henüz istenen siyasi olgunluğa erişemediğini ileri sürerek güdümlü demokrasi ve münevver tahakkümünü isteyenlere göre Akademi kurulması teşebbüsünü, mevsimsiz görenler bize zaman kaybettirmişlerdir.” diye yakınan rahmetli hocamı vefatının 40. yılında minnetle anıyor, doğumunun 100. yılına doğru hayalindeki Türk Akademisi’nin kurulması temennisiyle Türkçeye ve ideallerine dair eserlerinden derlediğim düşüncelerinin bir bölümünü daha dikkatlerinize arz ediyorum :.

*Biz Türkçüyüz, Türk'ten yanayız ve bu itibarla da Türkçeciyiz ama Gökalp’in açtığı yolda, Atatürk'ün bayraktarlığını ettiği Atatürkçeciyiz...

*İsim veya fiil kök / gövdelerine getirilmesi gereken yapım veya çekim ekleri rastgele kullanılamaz. Yeni kelimeler gramer kaidelerine uygun olarak işlek eklerle ve anlaşılan köklerle yapılmalıdır.

*Türk dünyasının dil birliğini de destekleyen ortak kelimelere dikkat edilmelidir. Dil meselesi bir kanun işi değil, bir milli kültür ve milli şuur meselesidir. Dil davasının özü, dilimizi sadeleştirmek ve zenginleştirmek, tarih boyunca görülen yazı dili ve konuşma dili ikiliğini ortadan kaldırmaktır.

*Dilin, konuşulan tabiî dilden, yaşayan Türkçeden uzaklaşması hayret hatta dehşet uyandırmaktadır.

*Atatürk’ün “Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır...Türk dilinin kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğe kavuşması için bütün devlet teşkilatımızın dikkatli, alakalı olmasını isteriz.” tarzındaki sözleri  çok önemlidir, düşünülmelidir. *Başka dillerden alınan kelimeler ses, şekil ve mânâ değişikliğine uğrarsa ve onlarla deyimler yapılırsa artık bunlar o dilin malı sayılırlar. Bu hadiseye dil biliminde “kendileştirme, kendine benzetme / temsil, asimilasyon (assimilation)” denir.

*Gökalp, dili sadeleştirmede, özleştirmede aşırılığın aleyhindedir. Ona göre Türkçeleşmiş bir kelime Türkçedir, değiştirmemek gerekir. Modern Türk devletinin kuruluşunda ve Atatürk'ün inkılaplarının gerçekleşmesinde Gökalp'in fikirlerinin büyük rolü olmuştur.

*Türk halkının bildiği, anladığı her kelime “bizimdir” ve Türkçedir. Milli kaynak; Yunus'un dili, milletin yüzyıllar boyu kullandığı, canlı şekilde muhafaza ettiği Türkçedir. Türkçe yenilenirken ölçü Yunus'un dili olmalıdır. Milli köklere bağlı olmayan değişmeler ve yenilenmeler bir değer taşımaz. Türklük şuuru kendini yüzyıllar boyunca daha çok dil sahasında göstermiştir.

*Dil; milli birliği, beraberliği ve bütünlüğü sağlayan, üzerine titrenilmesi gereken sosyal bir müessesedir. Bütün medeni milletler, dillerinin millî ve zengin olmasını isterler. Bir dilin milli ve zengin olması demek; kelimelerinin o milletin ses hususiyetlerini taşıması ve mânâ itibariyle o milletin iç dünyasını ve düşünce âlemini ifade edebilmesi demektir.

*Bir dil kendi bünyesinin icabına göre işliyorsa, başka dillerin gramer şekillerini almamışsa, o dil istiklaline sahip demektir. O dil millîdir ve öz dildir.*Dilde yenilikler meydana getirmek için dilin işlenmesi gerekir. Bu da ilim ve sanat erbabının işidir. Dilin kaidelerine uygun olan kelimelerle, ek ve mana bakımından yanlış olan kelimeleri birbirine karıştırmamak lazımdır.*Bir dilde o milletin bütün bir tarihi ve bütün hatıraları yaşamaktadır. O yüzden dilde devrim / ihtilal yapılamaz; ıslahat, düzeltme yapılabilir... Dilde sadece tekamül (gelişme, evrim, evolution) vardır.

*Uydurmacılık alıp başını giderse, ana baba evladını, torun dedeyi anlayamaz. Halkın bildiği, yüzyıllardır kullandığı artık Türkçeleşmiş kelimeleri yabancı asıllıdır diye atmak, dile hizmet değildir. Bilakis ona ihanet etmek, onu bozmak ve fakirleştirmek demektir.Marifet 30 bin kelimelik yazı diline bir 30 bin kelime daha kazandırmaktır. Türetmenin bilgiyle, şuurla yapılması gerekir.

*Dil, milleti meydana getiren manevi unsurların başında gelir. Ağacı budayacağım diye en güzel dallarını kesen, etrafını temizlemek maksadıyla köküne zarar veren, aşı yapmak isterken yanlış hareketi yüzünden bütün gövdeyi kurutan bir kimsenin Arı Türkçecilerden farkı yok gibidir... Onların Türkçe sevgileri kasabın koyuna olan sevgisinden farksızdır. Dil Ağacı son derece nazlı ve incedir. Onu hoyratlıkla değil, yumuşaklıkla sevmek icap eder. Aksi halde hırpalanır ve ? İlim erbabı bu inceliği bilir.

*Bir dilin bağımsızlığı, başka dillerin gramer kaidelerinin tesislerinde kalmaması mânâsına gelir. Başka dillerden kelime alışverişinin bağımsızlıkla ilgisi yoktur. Hiçbir medenî dil saf değildir. Başka dillerden alınan kelimeler o dil içerisinde değişikliğe uğrar ve bu hususî bir kullanış kazanırsa artık o kelime yabancı sayılmaz. (Hatta) böyle kelimeler öz dilden yapılan fakat uydurma olanlardan daha millîdirler.

*Dildeki fakirleşme, mahdut sayıdaki kelimeler arasında sıkışıp kalma, yüksek seviyede bir edebiyatın ve tefekkürün doğmasına engel olmuştur.*Dile müdahale edilmemeli. Yeni kelimeler, terimler için olmalı. Batı’dan gelen kelimelere karşılıklar bulunmalı.

*Ortak dil ile hususi dil arasındaki farka dikkat edilmemesi, birbirinden ayrı olan bu kavramların birbirine karıştırılması, meselesinin anlaşılmasını ve çözülmesini güçleştirmektedir. Mesele, terimleri Türkçeleştirmek ve yenilerini Türkçe yapmaktır.

*Biz “Arı Dilciler”in şu tutumlarını beğenmiyoruz ve şiddetle tenkit ediyoruz: Ortak yazı ve konuşma dillerinin kelimelerine dokunulması, dile yerleşmiş ve halkın malı olmuş, Türkçeleşmiş, karşılığı olmayan bütün yabancı asıllı kelimelerin atılmak istenmesi. Yeni yapılan kelime ve terimlerin büyük bir kısmının ses, şekil ve mana bakımlarından yanlış olması. “Öz Türkçe” dedikleri, gerçekte uydurma olan dil de Türkçe malzemeyle fakat gramer kurallarına aykırı olarak ve dilimizin inceliklerine dikkat edilmeden meydana getirilmiş (getirilmeye çalışılan sunî bir dildir) “hususî bir argo”dur.

*Bakalım dilimizi bir avuç adamın tasallutundan nasıl kurtaracağız? Fakat zafer er geç bizim olacaktır. Yeni kelime olarak ortaya sürülenlerin çoğu yanlıştır. Türk dilinin bünyesine aykırıdır. Uydurmaca, zümre argosudur. Türetme ile uydurmayı karıştırmamak lazımdır. Atatürk'ün eşsiz dehasının eseri olan “Güneş Dil teorisi” ile bütün dillerin menşelerinin Türkçe olduğu ileri sürülerek her türlü aşırılık önlenmiştir. *Mutlak bir tasfiye değil, dili sadeleştirmek esastır. Dilimizin;çağdaş medeniyetin her sahadaki bütün mefhumlarını anlatabilecek bir duruma getirilmesi önemlidir.

*Hiçbir medenî dil saf değildir. Başka dillerden kelimeler almak, bir dil için kusur sayılmaz. Kötü olan başka dillerden geçme gramer şekilleridir. Halk; manasını bildiği, ekini tanıdığı, yapılışını anladığı kelimeleri benimser. İstikrarlı, millî ve zengin bir dile ihtiyacımız vardır.*Mevcut dilin kavram ve kelimelerini değiştirmek için zorlamak, dile ihanettir.*Dil davasının esası; dili sadeleştirmek, yazı dilini konuşma diline yaklaştırmaktır.

*Türk şive ve lehçelerinin arasındaki bağların kopması, Türk dilinin bütünlüğünü kaybetmemesi başlıca endişemizdir. Türk dilindeki gelişme ve sadeleşme, lehçeler arasında ahenkli şekilde ve birbiriyle ilgili olarak meydana gelmelidir. *Dil kendi kanunları içerisinde birtakım fonetik ve morfolojik değişmeler gösteriyor. Bunun neticesinde devamlı olarak kendisini yeniliyor.

*Dini zedelemek için misyonerler çalışır da dile zarar vermek için çalışan olmaz mı? *“Dil; halkın dehası, yazarların, sanatkarların ve bilginlerin çalışmaları sonunda zamanla ve azar azar değişmektedir…Bizim istediğimiz; soyu sopu belli, temiz Türkçedir.

*Yeni bir dil icat edilmek istenmiş, güya Türkçe malzeme ile fakat yanlış eklerle ve bilinmeyen köklerle kelimeler yapılmakta, Türk dilinin gramerine uygun olmayan birtakım uydurma kelimeler Öztürkçe adı ile ortaya sürülerek tasfiyecilik hareketi yürütülmektedir. *Hâlâ dilimizin mukayeseli grameri, lehçeler lügati, umumi büyük lügat, sentaksı yazılmış değildir.*Türklük şuuru ve milli duygu, tarih boyunca kendini daha çok dil sahasında göstermiştir.

*1.Türk Dil Kurultayı (2 Eylül 1932'de) başlandığı sırada, dili sadeleştirme cereyanı zaten gerçekleşmiş bulunuyordu. Osmanlıca mağlup edilip bir tarafa bırakılmış, daha doğrusu tarihin sinesine bırakılmıştı. Yeni bir yazı dili doğmuştu. Bu dil, konuşma diline dayanan, sade, temiz, kıvrak bir dildi... Bundan sonra yapılacak iş, bu sade ve güzel Türkçenin normal yolda gelişmesini sağlamak olmalı, dilin düzene ve disipline konması, sınırlarının çizilmesi gerekiyordu. Fakat, Kurum için ölçü ölçüsüzlük olmuştur. Her kelimeyi Türkçeleştirmeye kalkışmışlardır. Halbuki bu meselede çok sağlam bir ölçü vardır. Halkımızın bildiği, kullandığı her kelime alışılmış ve yerleşmiş kelimedir; anlamadığı, bilmediği, kullanmadığı, dilimizin bünyesine aykırı kelime aşırıdır, uydurmadır, zorlama ve kabul ettirilmek istenen kelimedir.

*Özleştirme, ilim ve akıl çerçevesinde yapılmalıdır. Medeni milletlerde dile giren ve dilden çıkan kelimeleri dil akademileri tayin ve tespit eder. Böyle hareket ederken de akademiler realitedeki durumu ve ilmî ölçüleri esas alırlar.

*“Bir dilde kelimeler dilim bir yüzüne uygun; yani ses, şekil ve manaca doğru olarak teşkil edilmelidir. Böyle olduğu takdirde bunlar uydurma değil, usulüne uygun olarak türetilmiş kelimeler sayılırlar. Yeni kelimeler ancak işlek (canlı) eklerle yapılabilir. Ayrıca bunların ses bakımından da estetiğine uygun olması aranır. Yeni kelimeler, ya türetme ya birleştirme yoluyla yapılır. Eklerin birçok mana ve fonksiyonu vardır. Bunların ayrı ayrı ve iyi tespit edilmesi gerekir. Eklere keyfi ve uydurma olarak mânâlar verilemez, başka vazifeler yüklenemez.“ Dil için devrim (revolution) değil, evrim (evolution / tekamül) bahis konusudur.

*Dilimiz artık güzel söylenip yazılamıyor. Bırakın yeni yetişen nesilleri, onların hocaları ve büyükleri de doğru dürüst konuşamıyor, yazamıyorlar. Yirminci asrın sonlarına yaklaştığımız bir zamanda dilimizi, ilmî metod, ölçü ve modern zihniyetle araştıracak ve geliştirecek bir müesseseye kavuşmamış olmak, az utanılacak ve üzülecek bir şey değildir. Dilde yaşayan bu kelimeyi atmak, Süleymaniye'den tuğla koparmaktan farksızdır. Kubbealtı Cemiyeti'nin teşebbüsü ile bir “Dil Akademisi” kurulmuştur. On kişiden teşekkül eden Akademide Faruk Nafiz, Orhan Seyfi, Semiha Ayverdi, Tahsin Banguoğlu, Nihat Sami Banarlı, F. Abdullah Tansel, Kaya Bilgegil..

*1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 10. maddesinde: “Millî birlik ve bütünlüğün temel unsurlarından biri olarak Türk dilinin eğitimin her kademesinde özellikleri bozulmadan ve aşırılığa kaçılmadan öğretilmesine önem verilir, çağdaş eğitim ve bilimdeki halinde zenginleşmesine çalışılır ve bu maksatla Milli Eğitim Bakanlığınca gereken tedbirler alınır.” denilmesi önemlidir.

*İlim, teknik, felsefe dili hatta edebi dil; bir zümre dilidir, hususi bir dildir. Yazı dili ise bütün milletin ortak dilidir, umumidir. Yazı dilleri, konuşma dillerine dayanır... Sadeleştirme işinde sınır ve ölçü olarak yaşayan dil alınmalıdır. Yaşayan dilden uzaklaşmak bizi yanlışa götürür.

*Konuşmanın yüksek bir ruhî fonksiyon olduğu, kelimelerle düşünüldüğü, kelimelerle mücerret mefhumlar kavrandığı için dil konusunun ruh hekimlerini ve psikologları yakından ilgilendirdiği gerçeği unutulmamalıdır. “Sinir sisteminin çeşitli bozukluklarından konuşma sisteminin müteessir olduğu, buna düşünce kusurunun da az çok refakat ettiği... birtakım akıl hastalıklarında, şizofrenide hastanın durup dururken kelime uydurduğu, kafasına göre isimlendirmeler yaptığı...” düşünülmesi gereken bir konudur. Esperanto gibi...Yapma bir Esperanto yahut Balibilen tavrı ile iş çığırından çıkmamalıdır.

*Bir ağaç nasıl zamana bağlı ve tabiî olarak yaprak değiştirirse ve gelişme bu esas köke, öze bağlı olarak meydana gelirse, dildeki kelime değişiklikleri de öyle olur. Yaprakları nasıl yolup hemen başka yaprakların çıkmasını istemek mümkün değilse, keyfi olarak kelimeleri alıp yerine başkalarını koymak da o derece imkânsızdır. Hele bir çınar yaprağının koparılıp yerine mesela bir söğüt yaprağı tutturmak nasıl mümkün olmazsa değişik ve yabancı bir ek ve kökte yapılan kelimeler de dil içinde öyle iğreti kalır.

*20-30 bin kelimelik bir yazı dilinden 8 10 bin kelimeyi atıp o miktarda başka kelimeler getirmek ne mana ifade eder? Hüner, 30 bin kelimelik bir yazı diline yeni 30 bin kelime kazandırmaktır.

*Bütün dillerde değişmeler ve yenileşmeler olur. Türkçede de durum böyledir ve böyle olacaktır. Bu tabiî bir gelişmedir; bunu kimsenin durduramayacağı gibi kimse de başka yönlere çevirip bozamaz. Dildeki yenilikler kendi yapısına uygun olarak ortaya çıkarlar. Türetmenin bilgiyle, şuurla yapılması icap eder... Dilde yenilikler meydana getirmek, yeni kelimeler türetmek için dilin iyice işlenmesi gerekir. Bu ise bir ilim ve sanat işidir.

*Kelimeleri ve deyimleri seçerken son derece dikkatli davranmalıyız. Ufak hataların bile dilimizi bozacağını düşünmeliyiz. Diksiyonu güzel olmayan bir kimse mikrofona yaklaştırılmamalıdır. Doktorluk ve doçentlik imtihanlarında da hiç olmazsa yabancı dil kadar ana dili kullanma kabiliyetine ve gramer bilgisine dikkat edilmelidir.